Eğer her yıl yarım düzine öğrenci, eğitimlerini tamamlayıp birer doktor, avukat ya da profesör olarak küçük köylerine ve kasabalarına dönse her şey bambaşka olur. Her zaman doğru olanı yapacaklarına olan inançlarıyla ve tembelliğe açtıkları savaşla, önlerine çıkan her türlü engeli başarıyla aşarak ve diğer insanlara da örnek olarak, yaşadıkları ülkeyi yirmi yıl gibi bir süre içinde tüm dünya tarafından saygı duyulan bir yer haline getirebilirler.
Üniversiteyi bırakan ya da tıp, hukuk gibi alanların ne kadar değerli olduğunun farkına varmaktansa bu işlerden kazanacağı parayı düşünen, vaktini yalnızca eğlenmeye ayıran bir kişi aptal bir yaratıktan fazlası değildir.
Ey ruhum, günün birinde gerçekten de iyi, sade, yalnız başına, tüm çıplaklığınla seni kuşatan bedenden daha görünür olacak mısın? Günün birinde sevme zevkini ve âşık olmanın doğasını tadacak mısın?
Özellikle de kendilerine “iyiler” diyenlerin en zehirli sinekler olduklarını gördüm: Büyük bir masumiyetle sokar onlar, aynı masumiyetle yalan söyler; nasıl adil olabilirlerdi ki karşımda!
Herkes bitlenir çocukken. Sade çocukken de değil. Büyüyünce de bitlenir insan. Kimin bitli olup olmadığını nerden bileceksin ki? Gözle görülür mü bit? Herkes sütten çıkmış ak kaşık geçinir ama vardır elbet onların da bir biti...
Bazı insanların suratı, üzerine deri geçirilmiş bir mıknatıstır. Kişiliklerinin tüm girdisi çıktısı, inişi çıkışı, özü özeti orada toplanır. Onlar suratlarıyla düşünür; suratlarıyla konuşur, yürür, tartışır, acıkır, sevinir, sever ya da sevişir. Vücutları, suratlarını taşımak üzere konulmuş gerekli ama bir o kadar fuzuli bir kaideden ibarettir. Onlar yürüyen birer surattır aslında. Bu sebepten, hiçbir zaman saklayamazlar duygularını. Her ne hissediyorlarsa anında ve olduğu gibi yansır suratlarına.