Oturdum taşa, gök uçurtma doluydu, otuz kadar uçurtmanın havada çıkardığı hışırtılar duyuluyordu. Uçurtma mevsimi ya!..
"Biz de geçen yılki gibi senin uçurtmanı uçurtalım İlyuşa," dedim, "nereye koydun onu, biraz onarılmak ister herhalde..."
Oğlum ses çıkarmadan, bana dayanmış biçimde duruyordu. Tam o sırada sert bir rüzgar esti, yerden kumları kaldırdı, İlyuşa birdenbire bana atıldı, boynuma sarıldı, sımsıkı...
Bilirsiniz, konuşkan olmayan, gururlu, gözyaşlarını hep içe atan çocuklar, büyük bir keder karşısında ansızın kendilerini tutamaz, birdenbire boşanıverirler.
Yüzü, ılık bir kaynaktan gelir gibi fışkıran gözyaşlarıyla bir anda sırsıklam oldu. Nöbet gelmiş gibi hıçkırıklar içinde sarsılıyor, beni kendine çekip sıkıyordu.
Ben hala taşın üstündeydim.
"BABACIĞIM, BABACIĞIM, NASIL HAKARET ETTİ SANA!" diye haykırıyordu.
BU KEZ BEN DE AĞLAMAYA BAŞLADIM. BİRBİRİMİZE SARILDIK, SARSILA SARSILA AĞLAŞTIK.
"BABACIĞIM," DİYOR, " BENİM BABACIĞIM!.."
BEN DE, "İLYUŞA, İLYUŞEÇKA!.." DİYE ONU BAĞRIMA BASIYORDUM.
Kimse görmedi bizi o sırada. Bir Tanrı gördü, umarım hesabıma
kaydetmiştir bunu!
BU OLAYIN YAŞANMASINA SEBEP OLAN, ÇOCUĞUMUN GÖZLERİ ÖNÜNDE BENİ DÖVEN AĞABEYİNİZE BENİM İÇİN TEŞEKKÜR EDİN, ALEKSEY FYODOROVİÇ.