İmâm-ı Rabbânî (k.s.) Hazretleri, talebelerinden birisine taziye için yazdığı bir mektubunda şöyle buyurmuşlardır:
“Şunu iyi bilin ki, vefat edip Allâhü Teâlâ’nın rahmetine teslim edilen zâtın vefatıyla gelen musibet, her ne kadar çok zor ve şiddetli olsa da kula lâyık olan, Hak Teâlâ’nın takdirine razı olmaktır. Zira bizler, dünyada ebedî kalmak üzere yaratılmadık, bilakis sâlih ameller işlemek için yaratıldık.
Öyleyse bize düşen vazife, salih amel işlemeye gayret göstermektir. Şâyet merhum, bu şekilde ameller işlemişse bunda bir zarar yoktur. O, hakîkî âhiret sultanlarındandır. “Ölüm, dostu dosta kavuşturan bir köprüdür.” müjdesi, onun hakkında da sabittir. Onun gitmesi musibet değildir, asıl mesele dosta giden kimseye (huzûr-ı İlâhî’de) nasıl muamele edileceğidir. Bundan dolayı, dua, istiğfar ve sadakalarla, ölenin imdadına koşmak lâzımdır.
Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Kabirdeki ölü, suda boğulmak üzere iken yardım isteyen gibidir. Babasından, anasından, kardeşinden veya arkadaşından kendisine gelecek duayı bekler. Dualar kendisine ulaşınca, dünyanın ve içindekilerin, kendisinin olmasından daha çok sevinir. Muhakkak Allâhü Teâlâ, yeryüzündekilerin duasından dolayı kabirdekilere dağlar kadar rahmet verir. Dirilerin ölülere hediyeleri, istiğfârdır.” (Mektûbât-ı İ. Rabbânî, 1/ m. 104)
09 Temmuz 2025
Fazilet Takvimi