Kâfirlere ve müminlerden bazı asi kimselere kabir azabı olacağı haktır.
Bunun böyle olacağını, Muhbir-i Sadık Resulüllah S.A. efendimiz haber vermiştir.
Kabirde, müminlere ve kâfirlere Münkir Nekir meleklerin suali de haktır.
Kabir, dünya ile âhiret arasında bir berzahtır.
Kabir azabı bir bakıma dünya azabına benzer ki, inkıta (kesik kesik aralıklı olmayı) kabul eder. Bir bakıma da âhiret azabına benzer.. Amma, hakikatta âhiret azabına benzer.. Bu manada gelen şu âyet-i kerime kabir azabı hakkındadır:
«Sabah akşam ona uğrarlar..» (40/46)
Hâlidîler, tasavvuf felsefesiyle ilgili bazı hususlarda mensubu oldukları Müceddidiyye'den farklı düşünebilmişlerdir. Örneğin Müceddidiyye'nin kurucusu İmam-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî'nin ortaya koyduğu vahdet-i şuhûd düşüncesi yerine, İbn Arabî'nin vahdet-i vucûd yorumuna daha sıcak bakmışlardır
İmam Rabbani bir mektubunda buyuruyor ki:
"Yavrum! Ne zamana kadar şefkatli bir anne gibi nefsini bağrına basacaksın.Daha ne güne kadar nefsin için üzülecek, sıkıntılara düşeceksin. Şefkatli bir kız kardeş gibi onun için gamlara gark olacaksın .Yakında elbet öleceksin.O halde kendini ve herkesi ölmüş bil.Duymaz ,kımıldamaz bir taş gibi düşün."
İnsanların doğruyu, iyiyi, güzel olanı bulabilmeleri tek başına akılla mümkün değildir. Akıl, göz gibidir. Peygamber vâsıtası ile gönderilen din ise ışık gibidir. Büyüklerle tanışdıktan sonra ayrılanlara şaşılır!
İmam-ı Rabbani Hazretlerinin belirttiği gibi akıldan sonra bir sarhoşluk, sarhoşluktan sonra bir akıl merhalelerinden geçecektir bu yolda insan. Aklı da içinde taşıyan bir sarhoşluk ve sarhoşlugu içinde taşıyan bir akıl kazanma yoludur bu.
Birisi cismin (ya'ni nefs-i emmârenin), ikincisi ruhun lezzetleri ve acılarıdır. Cisme lezzet veren herşey, ruha elem verir. Cismi inciten herşey, ruha tatlı gelir. Görülüyor ki, ruh ile cesed, birbirinin nakizi, aksidir.
Gaybı Allah bilir ama Nur Risaleleri'nden yaptığımız bu alıntılardan, evliyanın gaybı bildiği sonucu çıkmaktadır.(Hâşâ) Nitekim bu kanaat Nur Risaleleri'nde açık olarak belirtilmiştir:
Madem Hz. Ali (R.A.) "ene medînetu'l-'ilmi ve 'aliyyun babuha" hadisine mazhardır. Hem madem Şah-ı Velayet ünvanını alarak
Hak dostlarını sevmeye, onlara yönelmeye ve Şeriatın Sahibine tâbi olmaya teşvik hakkındadır.
Dervişler dâima Allah Sübhânehû ile beraber olan Hak dostlarıdır. “Onlar öyle bir topluluktur ki onlarla hemhal olan âsî olmaz.” (Müslim, Zikir) Nitekim Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Muhacirlerin fukarâsı hürmetine Allah Teâlâ’dan istekte bulunurdu. (Taberani)
Yine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) o fakirlerle ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Saçı başı birbirine karışmış ve kapılardan kovulmuş nice kişiler vardır ki şayet Allah (Celle Celâlühû)’ya yemin etseler istekleri derhal kabul edilir onları yeminlerinde yalancı çıkartmaz.” (Buhari, Sulh)
Bir nasihatim de şudur: Şeriatın Sahibi (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimize mutlaka ittibâ etmek gerekiyor. Bu olmadan kurtuluş muhaldir. Dünyanın şatafatına ve debdebesine iltifat etmemek; dünyalığın varlığına ya da yokluğuna aldırış etmemek gerekir.
"GERÇEK HASTALIK HANGİSİ"
Mevlana Muhammed Emin, ağır bir hastalığa tutulmuştu. Bu hastalığı epey bir zaman devam etti. Doktorların tedavisinden bir fayda görmedi. İmâm'ı Rabbanî'nin büyüklüğünü duyunca, tam bir yalvarma ile mektup yazıp, şifa ve deva olan dualarını istedi. İmâm-ı Rabbani, onun arzusu üzerine şu mektubu gönderdi:
"Kıymetli oğlum! Kendi üzerinize şefkatli bir anne gibi titremeniz ne zamana kadar sürecek? Kendiniz için üzülmeniz, dertlenmeniz, ne kadar devam edecek! Kendini ve herkesi ölü olarak düşünmek, hissiz ve hareketsiz şeyler gibi bilmek lazımdır. 'Elbette sen öleceksin, o kafirler de ölecekler...' (Zümer-30) ayet-i kerimedir. Bu birkaç günlük dünya hayatında, çok zikr ederek, kalp hastalığından kurtulmak en mühim iştir. Bu kısa zamanda manevi hastalıkların ilacı, Allahü Tealayı hatırlamaktır. Maksatların en büyüğü olan kalp, Allah'tan başkasına tutulursa ondan ne hayır gelir. Ahirette kalp selameti isterler. Ruhun, Allah'tan başka şeylerden kurtulmasını ararlar. Bizim gibi dar düşünceliler, daima kalp ve ruhumuzu başka şeylere bağlamak için sebepler aramağı düşünürüz. Heyhat! Heyhat! Ne yapalım. Ayet-i kerimede mealen; Allah onlara zulm etmez, onlar kendilerine zulm ederler' (Al-i İmran-117) buyuruldu. Zahiren olan hastalığınızdan merak etmeyiniz. İnşallah sıhhate kavuşup tamamıyla iyi olacaksınız. Allah yolunda gidenlere selamlar olsun."
"Dünya, görünüşde çok tatlıdır ve güzel sanılır. Hakîkatte ise, öldürücü zehirdir. İşe yaramaz bir maldır. Ona bağlananlara, tutulanlara, kurtuluş yoktur. Onun öldürdükleri leş olur. Aşıkları deli olur. Dünya, yaldızlanmış pislik gibidir.
Şeker kaplanmış zehir gibidir. Aklı olan, bu bozuk mala gönül kaptırmaz.
Âlimler buyuruyor ki, "Bir kimse, ölürken malının zamanın en akıllısına verilmesini vasiyet etse, zâhide vermek lâzımdır."
Çünkü zâhid, dünyâya rağbet etmez, özenmez, üzerine düşmez. Dünyâya düşkün olmaması, aklının çok olduğunu gösterir."
(Mektubat, 50. Mektup)
232.MEKTUP
MEVZUU: Dünyanın hakikati onun süslerinin çirkinliği bu düşük dünya muhabbetinin izale çaresi.. Bu münasebetle bazı hususların beyanı..
***
NOT: İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Hanlar Hanına yazmıştır.
***
Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah: dünyanın hakikatini, onun süslü şeylerinin çirkinliğini, onun düşük evsaflı yaldızlı