“Niye mi? Niye mi yaşıyorum? Belki inattan? Sırf inattan belki. İnat olsun diye gülüyor, yemek yiyor, yatıp uyuyor, sonra yine uyanıyorum. Yalnızca inattan. İnat olsun diye çocuklar yapıp salıyorum bu dünyaya, bu dünyaya! Kızların kalplerine ve kalçalarına sevgim, yalan; onların gerçeği, korkunç, dehşet verici gerçeği hissetmesini sağlıyorum. Bu tüyler ürpertici, kansız, sarkık memeli, düz kalçalı, tükenmiş fahişeyi.
Bir gemi inşa etmek, bir küreğe gereksinim duymak, bir kitap hazırlamak, bir lokomotif kazanını ateşlemek, şnaps damıtmak.
İnattan hep! İnattan! Evet: yaşam! Ama inattan! Senin olsun diyeceğim, gidip kendimi asacağım ha? Ben? Yarın bakarsın olur beklenen şey, yarın erkenden gerçekleşir, çıkıp gelebilir her an!”
_İnsan nasıl canını kurtarmak için kaçarsa bir ayıdan, ben de öyle kaçıyorum karım olduğunu iddia eden o karıdan. Ben artık kendimin değilim. Ben bir eşeğim. Bir kadının kocasıyım. Üstümde hak iddia eden kadına aitim. Siz nasıl atınız üstünde hak iddia ediyorsanız o da benim üstümde öyle. Bir hayvana sahip çıkar gibi istiyor beni. Hani beni bir
Yitirmelerin, tüketmelerin, kaybetmelerin çığlıkları..
Ayrıcalıklı bir ruhun jilet kesikleri..
Karanlığın ve yalnızlığın en soğuk hali..
Ne derseniz deyin; herbiri gözlerinize saplanıp kalan, kelime görünümlü dikenlerden müteşekkil, yıkıntı edebiyatının en güzel örneklerinden biriydi okuduğum.
Koca bir enkaza dönüşen evrenin, kara deliklerde