“Biz bu köyü dişimizle, tımağımız­la... Bak ellerime, şu eller hiç de ele benziyor mu? Bak yüzüme, bedenime, hiç insan yüzüne, bedenine benzer yeri kalmış mı? Bak köylüye, kadına, erkeğe, hiç insana benzer bir yerleri var mı? Kolay mı oldu sanıyorsun Ağa, karaçalılıktan bu tarlaları çıkarmak?"
“Göz insanın aynasıdır. Bayramoğlunun gözlerinin çok derinlerinde bir şeylere özlemi, yitirilmiş cenneti görür gibi olmuştu. Belki de yanılmıştı. Ama onun gözleri insanı pek öyle de yanıltacağa benzemi­ yordu. Bir insan ölmeden, kendisini, her şeyiyle böyle nasıl öldürebilirdi, bunu Murtaza Ağa hiçbir zaman anlayamaya­ caktı.”
Reklam
“Bu dünya zulüm dünyası oldukça, böylece de kaldıkça milletin gözü eşkıyalığa bulaşmış, haksızlıklara, zulme dayanamadıklarına inandıklan kişilerin üstünde olur her zaman. Şu beş evlik köyde bile koca­ sından dayak yiyen kadın, anasından gözü korkmuş çocuk, candarmadan korkan delikanlı hep gelirler, hiç konuşmadan benim gözümün içine bakarlar. Bu köyde bile dayanamadım, belki on kere tüfeği alıp dağa çıkmaya davrandım, günlerce kendi kendimle cebelleştikten sonra şeytana lanet edip otur­dum yerime.”
"Ben afsun bilmem," dedi Anacık Sultan. "Keşki bilsem." "Nasıl olur da bilmezsin, hay Anacık Sultan? Beni mi kandırıyorsun? Sen Kırkgöz Ocağı olasın da... Şimdi gidince benim oğlumu kurtarınca da..." Heybeyi gösterdi. "Ya oradakiler ne?" "Ben onları bin yıldır dağlardan toplarım, ben onları bin yıldır kaynatıp özünü çıkarırım. Ben onları bin yıldır insanlara dağıtırım," dedi. Anacık Sultan dingin, güvenli. "Bak oraya," diye de dağları gösterdi. "Her şey oralarda. Her şey çiçekte, her şey otta. Bütün tılsım şu şırlayarak gelen ışıkta. Kusura kalma bacım, böylesi kerametler benim elimden gelmez. Keramet şu durmadan doğuran toprakta."
Sayfa 297 - YKYKitabı okuyor
Hürü Hatun, Hürü Hatun," diye Anacık Sultan elini onun omuzuna koydu, "benim de, bu ocağın da hiçbir kerameti yok, keramet toprakta, ağaçta, suda, insanlarda, böceklerde, kuşlar­ da... İyi bak şunlara..." Önündeki raftan koyu kırmızı bir şişe aldı, kapağını açtı, kokladı. Ortalığa Hürü Ananın hiçbir zaman duymadığı, insanın içini okşayan incecik bir koku yayıldı. "İşte bütün keramet bunda. Kırk yıldır ben bu işi iyi anladım. Kera­met sende bende değil, keramet toprakta, insanlıkta."
“Fitne ficurla dolmuş bu dünyaya fıkara Kırkgöz Ocağının gücü yeter mi?"
Reklam
Bir gün akıllıysam yüz gün deliyim.
"Kanun kağıtlarda kaldı. Böyle yaz..."
Koca Süleyman, o köy bulunmaz, diyordu içinden. Ben yetmiş yıldır o köyü arıyorum. O köydeki o adamı da... Bu dünyada o köy yok, yok yavrum. Ara bakalım. Bir de sen ara. Dünya kurulduğundan bu yana herkes o köyü, o köydeki o adamı arıyor.
Memed bir tuhaf oldu. Yöresindeki her şey, karanlık, gece, ışıklar, orman, bastığı toprak, düşünceleri, her şey silinmişti. Kendisi de yok gibiydi...
Reklam
Yalnız sevgi tek başına zayıftır. Yalnız korkuysa kindir.
Zulüm edenler kafidir. Zulüm görüpte karşı koymayanlar, ölümleri pahasına, açlıkları pahasına da olsa karşı koymayanlar da kafirdir. Zulme şahit olup da karşı koymayanlar, seyredenler, boyun eğenler de kafirdir.
Bu dünya zulüm dünyası oldu. Allah istemiyor, Peygamber bunu istemiyor. Biri yiyor, bini bakıyor, Allah bunu istemiyor.
İnsan olmak. Her işin başı bu. Korkudur insanı alçaltan, insanlıktan çıkaran.
Sayfa 32
İnsan, hangi insan olursa olsun, yaşamı değişir, günü sevinç içinde başlar, sevinç içinde sürer giderse güzelleşir.
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.