ÖYLE BİR HİKÂYE
Sinemadan çıktığım zaman yağmur yine başlamıştı. Ne yapacağım? Küfrettim. Ana avrat küfrettim. Canım bir yürümek istiyordu ki... Şoförün biri:
– Atikali, Atikali! diye bağırdı.
Gider miyim Atikali'ye gecenin bu saatinde, giderim. Atladım şoförün yanına. Dere tepe düz gittik. Otomobilin buğulu, damlalı camlarında kırmızı,
Ekinler başak vermişti. Memed sabah erkenden bir limonu, dalından koparmaya kıyamadan, dala ellerini uzatıp ovaladı, avuçlarını kokladı. Bahçeler, tepesinin üstünde asılı duran Gavur dağları, uzaktaki ekin tarlaları buğulanıyor, sabahın ışığı çökmüş dünya, karşıdaki denize doğru gittikçe aydınlanıyordu. Sırtlarına gün vurmuş, esen yelin kabarttığı
Hüsne duvarın köşesinden bir gölge gibi Recebe doğru koştu. Karın ışığı vurmuş karanlıkta iki beden bir oldu....
Bedenine ateşin kırmızı ışığı vuruyor, ince tüylü bedenini bakır rengine çeviriyordu.
Kaf dağında yolunu yitirmiş, gelmiş de bir karanlık duvarına başını vurmuş, umutsuzluk duvarı önünde yığılışıp kalmışlar. Gidecekleri yer yok. İşte durum böyle bir merkezde iken kılıç kesmez, soluk aldırmaz karanlık duvarının üstüne bir top ışık düşmez mi?
Memedin gözlerine bir çare. Atının üstüne gün vurmuş... Doğan gün, açan çiçek, yağan yağmur ona hayran. İri gözleri Arap taylarının gözlerine benzer, kapkara, büyük, dumanlı, kederli...
Şahmerdanlar gömmektedir şimdi
aşkımızın göğsüne
yadırgı hüzünleri
kaypak bir çamur olan mayamız
kinle bereketlenmektedir.
Uyuyan bebekleriyle
üşüyen köpeklerini bir yana bırakıp
Kafdağında yolunu yitirmiş, gelmiş de bir karanlık duvarına başını vurmuş, umutsuzluk duvarı önünde yığılışıp kalmışlar. Gidecekleri yer yok. İşte durum böyle bir merkezde iken kılıç kesmez, soluk aldırmaz karanlık duvarının üstüne bir top ışık düşmez mi?
Kimsesiz öksüz düzlük.
Ne bir ağaç ne bir dam.
Gen toprak taş kırıkları,
İnce bir keçi yolu uzayıp giden
Nöbette bir akdiken, incecik boynu,
Don vurmuş güneşli günler ışır,
Üşür yıldız yağan serin geceler.
Bekler yağmurların yolunu.
«Petrol kuyularında taş ocaklarında.
Çadır kuran işçiler, mühendisler,
Vardır, diyor, onlardan biriyim ben;
Ben varsam buralarda yaşanır.
Bir gün durmam giderim.
Toplar sondalar çadırlarımı;
Ayşeler Osmanlar gelir.
Köyler kurulur, toprak yeşerir.
Asfalt döşenir keçi yolu.
Kamyonlar al yeşil.
Taşır elma, üzüm
Çimento, demir»
Kış geldi çattı. Kar diz boyu. Öğleüstünün karlı, bulutlu karanlığı var. Ana , is tutmuş kapkara bakır tencereyi ocağa vurmuş. Epeydir beri su, kaynayıp duruyor.
Oturma odası bıraktıkları gibiydi.
Kudra'nın sağ ayakkabısı ince halının üzerinde ters dönmüş, yatıyordu.
Issız bir kıyıya vurmuş tekneye benzer hali vardı.
"Bu ova... Bir belalı ova. Ne kadar da çok düzlük!.. Vay anam vay! Gün doğunca, kalaylı bir siniye vurmuş gibi yalp yalp ediyor. Tepeler küçücük küçücük. Yığma. Anavarzanın kayalıkları... Bir ulaşılsa, can kurtaran. Ötesi Ceyhan ırmağı. Bir karanlık, bir hızla akan sudur. Bazı bazı da ölüleşir. Yanları kara topraktır. Dökülür. Kıyısına basmaya gelmez. Kıyıları sazlıktır. Uzun bacaklı toyların yatağı... Püreni burcu burcu kokar. Yalnız bir dut ağacı vardır ovanın ortasında. Yaprakları toz içinde."
İnce Memed, dediler.
Duydum ki gene dağlarda görünmüş.
Hacı Veli:
Aslan o, dedi. "Kara İbrahimi de geçenlerde vurmuş. Bir candarma ordusuyla üç gün üç gece çarpışmış da sonunda orduyu yarmış çıkmış. Yaman adam o, yaman. Sonra da..."
Bütün başlar öfkeyle Hacı Veliye döndü... Hacı Veli içine düştüğü hatayı hemen anladı:
Sonra da, dedi, düzeltmeye çalıştı. "Sonra da Mustafa Kemal Paşaya tel çekmiş, bu fakir fıkarayı başıma gönderme, yiğitsen sen gel karşıma," demiş.
Çoktandır her şeyim uzakta
Vakitli vakitsiz aynalara bakıyorum
Dönüyorum bir daha bakıyorum
Bir kadın gelse, ayaklarıma kapansa, ölse
Daha önce yitirdiğim bir vakit aklıma geliyor
Dönüyorum bir daha bakıyorum
Örneğin defneler parkta yahut laz kirazları
Güneş vurmuş çıplak sokaklar kat kat evler
Duvarlara oyulmuş kadersiz heykellerin patlak gözleri
Su kurbağaları, gelip geçen bir çizgi gözlerimden ince
Bana birşeyler hatırlatmaya uğraşıyorlar
Ama hatırlar mıyım benim aklım var
Öyle bir şey yok elbet hatırlamam
Laz kirazının da kırmızı balıkların da çabası boşuna
Ne varsa şurada var diyorum
Dönüyorum oraya bir daha bakıyorum
Sanıyorum ben yanında değilken, dalgınken yahut
Yahut sevişmezken, yahut ölürken
Dünya kalleşçe değişiyor, uzaklaşıyor Namussuzca kaçıyor
Ya onu tutuyorum ya ardından koşuyorum telaşla
İşte ya öyle sanıyorum, şaşarsınız