Terörist şiddetin Araplarla Arapları karşı karşıya getirdiği de oluyordu. FKÖ Ürdün'de yalnızca mülteci kamplarını değil, neredeyse ülkeyi yönetiyormuş gibi davranmaya başlamıştı. Hep silahlı olarak dolaşıyor, Ürdün'ün başkenti Amman'da bile yollara barikatlar kuruyorlardı. Dahası Kral Hüseyin, kendi ülkesinden İsrail'e yönelik
Sayfa 159 - Say YayınlarıKitabı okudu
Yahudi Terörü
İngiliz kuvvetlerini hedef alan Yahudi saldırıları giderek arttı; bu saldırılar kimi zaman Yahudi savaşçılara verilen idam cezalarına misilleme olarak gerçekleştiriliyordu. Temmuz 1946'da İrgun, o zamana kadarki en ses getiren terör eylemini gerçekleştirerek İngiltere'nin Filistin karargâhına ev sahipliği yapan King David Oteli'ne saldırı düzenledi. Otel, dikenli tellerle, makineli tüfeklerle ve devriye gezen askerlerle korunuyordu. 22 Temmuz 1946 günü öğle vakti, otelin mutfak girişine bir kamyon yanaştı. Kamyonun içinden çıkan Arap gibi giyinmiş adamlar, süt güğümlerini indirip binanın içine doğru yuvarlamaya başladılar. Süt güğümlerinin içine patlayıcılar yerleştirildiğini veya adamların İrgun üyesi olduğunu kimse tahmin edememişti. Saat 12:37'de meydana gelen patlama binada büyük hasara yol açtı ve aralarında 15 Yahudi'nin de yer aldığı doksan bir kişinin ölümüne yol açtı. Buna benzer terör eylemleri gerek kendi ülkelerinde gerekse Filistin'de İngilizlerin moralini epey bozmuş, Amerikalı Siyonistlerin teröre verdiği desteğin kanıtı saydıkları bu olaylar, öfke ve hayal kırıklığı yaratmıştı. Şubat 1947'de İngiltere Başbakanı Clement Attlee, New York Belediye Başkanı'nın "adam, silah ve para" satın almak için toplam 2 milyon pound toplamak hedefiyle Siyonist bir kampanya başlattığı yönünde kulağına gelen haberlerden yakınmıştı. Attlee, "Amerika'dan ısmarlanan silahların, Filistin'deki Ingiliz askerlerini vurmak için kullanılması"nı protesto ediyordu.
Sayfa 76 - Say YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Savaş sonrası yıllarda, Filistin'in köklü aileleri, yeni orta sınıfları ve din adamları bir araya geldiler ve aralarındaki diní dayanışmanın sembolü niteliğindeki Müslüman-Hristiyan Dernekleri'ni kurdular. Bu kurumlar, bilhassa Filistin'e özgü olan bir milli kimlik duygusunu öne çıkararak şunları dile getiriyordu: "Filistin Arap'tır. Dili Arapçadır. Bunun resmen tanınmasını istiyoruz. Bizi Osmanlı sultasından İngiltere kurtarmıştır; bizi Yahudilerin pençesine atacağına inanmıyoruz. Hak ve adalet istiyoruz. Haklarımızı korumasını ve Filistin'in geleceğine bizim fikrimizi sormadan karar vermemesini talep ediyoruz."
Sayfa 48 - Say YayınlarıKitabı okudu
Ben-Gurion'a göre, İngiltere ile ittifak içinde olmak, Siyonizmin başarısı için elzemdi. Bununla birlikte, Arapların giderek militanlaştığı ve İngilizlerin (örneğin Yahudi göçünü sınırlandırarak) onları yatıştırmak için adımlar attığı 1920'lerde, Rusya doğumlu bir Yahudi olan Vladimir Jabotinsky, ideolojik açıdan bugünkü halefi Likud Partisi olan Revizyonist Parti'yi kurdu. Jabotinsky, İngiliz desteğinin şart olduğunu kabul etse de, Arapların bir Yahudi devletini hiçbir zaman kendi iradeleriyle kabul etmeyeceklerine inanıyordu. Bu nedenle, Yahudi devletine karşı kaçınılmaz bir biçimde ortaya çıkacak Arap direnişine karşı koymak için Yahudi askerî gücünden oluşacak bir "demir duvar" inşa edilmesi çağrısında bulunuyordu. Ben-Gurion ve İşçi Partisi Siyonistleri devlet olmaya giden yolun göç ve yerleşimlerden geçtiğini savunurken, Jabotinsky temel unsur olarak askerî güce odaklanıyordu.
Sayfa 41 - Say YayınlarıKitabı okudu
Deklarasyonun imzalanacak barış anlaşmasına dahil edilmesini sağlamaya kararlı Weizmann, savaştan sonra düzenlenen Paris Barış Konferansı'ndaki Siyonist delegasyonun başkanıydı. Yahudilerin milli yurduyla neyin kastedildiği sorusuna, "İngiltere ne kadar İngilizse, o kadar Yahudi olacak bir Filistin" yanıtını veriyordu. Ne var ki Yahudilerden oluşan bir azınlığı, Arap çoğunluğun efendisi haline getirmek gibi suçlamalarla muhatap olmamak için, Yahudi "devleti" diye bir ifadeyi açıkça ağzına almaktan kaçınıyordu. İngilizlere yaptırabileceklerinin bir sınırı olduğunu iyi biliyordu. DST'nin başkanı olarak, Yahudi milli yurdu tasarısının hayatta kalabilmesi için İngilizlerin sürekli desteğine ihtiyacı olduğunun farkındaydı. Balfour'un ise ikna edilmeye o kadar da ihtiyacı yoktu, zira kendisi Filistin'deki "Yahudi olmayan toplulukların" çıkarlarına ilişkin her türlü meseleyi açıkça reddediyordu. 1919 yılı yazında şunları dile getiriyordu: "Bizler mevcut bir topluluğun istekleriyle alakadar değiliz; bilakis bizler bilinçli olarak yeni bir topluluk oluşturmaya gayret ediyor ve bu topluluğun [Yahudilerin] ileride sayısal olarak çoğunluğu teşkil etmesi için uğraşıyoruz." Kendinden sonra gelen dışişleri bakanı Lord Curzon'a yazdığı bir notta ise şöyle diyordu: "[Siyonizm] şu anda okadim topraklarda yaşayan 700 bin Arabın istek ve ön yargılarından çok daha derin bir öneme sahip"tir ve Arapların Filistin üzerindeki hak iddiaları "Yahudilerinkinden çok daha zayıftır."
Sayfa 32 - Say YayınlarıKitabı okudu
Süveyş Kanalı, ticari ve stratejik yönden büyük öneme sahipti: Hindistan'a ve İngiltere'nin Uzak Doğu'daki diğer sömürgelerine giden ana güzergâhı oluşturuyordu, dahası artık donanma için hayati öneme sahip İngiliz petrolünün büyük bir kısmının taşındığı rotaydı. İngiltere'nin Filistin üzerinde kuracağı denetim, 1916 yılında yapılan Sykes-Picot Anlaşması'nda öngörülen uluslararası denetim mekanizmasından daha tercih edilir bir senaryo olarak görülmeye başlamıştı, zira bu sayede bir tampon bölge oluşturulmuş olacaktı. Kabine üyelerinin çoğu, Filistin'deki Yahudi mevcudiyetinin, geri kalmış, yozlaşmış ve değişken bir coğrafya olarak gördükleri Arap dünyasında, kendileri için güvenilir bir Avrupalı müttefik teşkil edeceğine inanıyordu. Nitekim Siyonizme verilen desteğin altında hem savaş zamanının zorunlu kıldığı hem de daha uzun vadeli emperyal hedefler yatıyordu.
Sayfa 30 - Say YayınlarıKitabı okudu
Reklam
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.