insanlar bilmezler yaklaşan ilkbahar mıdır, yoksa bu son mudur... karşınıza çıkan ve bütün köşelerde, bütün uçlarda size karşı, bir devrim yapar gibi biraraya gelmiş olan mağazaların bu büyük yazıları, içinizdeki her şeyi yerle bir ederler, doğanın ve yaratıkların yardım arayarak size yöneldikleri yerde, sizin çok daha umutsuzca ilerlemeye çalıştığınız yerde... İnsanları görürsünüz ve onlara seslenirsiniz, dört bir yönden sürekli gerginleştirilen bu atmosferde hiç utanmadan ürkütürsünüz bu insanları... ceketinizin düğmelerini iliklemişsinizdir, ve tepeden tırnağa gerilmişsinizdir, ve kafanız her yere çarpmaktan korkar.. bütün bu el çantalarına ve bastonlara, bu yüz binlerce el çantasına ve bastona... Çok yukarılardan aşağıya indiğinizi düşünürsünüz, ötekilerin de çok aşağılardan yukarıya çıktığını, bu tiksinti içinde ne yapacağınızı bilemezsiniz... bu insan kitleleri, hepsi de dosdoğru ilerleyen saat göstergelerinin altında ezilmiş... Parkta bir banka sığınmak istersiniz, ama orada sizden daha akıllılar oturmaktadır, daha sabahın köründe banklara çökmüşler ve orada devasa kitaplar okumakta, büyük kâğıtların içinden bir şeyler yemektedirler... devlet memurlarının büyük sefaletini anlarsınız, emekliliğin rezilliğini... ve başınızı dizlerinizin arasına sıkıştırıp batmamaya çalışırsınız...ve dünyanın kendi baş ağrılarınızdan kıvrandığını duyarsınız, fantastik sancılarla, havanın korkunç baskı uygulayışıyla...