"Benim altımdaki gerçeklere bir diyeceğim yok, ama benim yönelmem gereken kendi üstümde bir gerçek tanımıyorum.” Oysa ancak benim kullanma gücümün dışında kalan ve kendini benim keyfime üstün olarak ortaya koyan bir şeyi gerçek diye kavrayabilirim. (Bu dosdoğru Stirner'ın kendisi için de, kendi bulduğunu söylediği gerçek için de böyledir.) Gerçeği yaşamak demek, benim üstümde olan, başkalarını kuşatan ve kendi başına varolan bir bağ bulmak demektir. Bilgi alanında, ‘kuramsal akıl alanında bu böyle olduğu gibi, pratik akıl alanında da böyledir. Gerçekler ile değerler, insanlık ile ulus...; bütün bunlar soyut bir şey olmaktan, benim kendimce yaratılmış birer tasarım olmaktan çok uzaktır; aslında, soyut bir şey varsa o da tek insandır: İnsan, kendini bir ân için ne denli 'biricik' diye duyarsa duysun, bunda ne denli ayak direrse diresin, yine de soyut bir şeydir: Kendi kendimi gerçekten başkalarından ayırıp yalnızlaştırabilirim diye düşündüğü sürece, tek insan soyut bir şeydir. Stirner da kendi düşüncelerini aşan birtakım bağlantıların, kendisinin olmayan, kendisini kuşatan bir varlığa ve geçerliliğe sahip olan bağlantıların içinden çıkararak yaşar; yadsımada bile, bir şeye karşı savaşmada bile nesnel bağlamlara dayanarak yaşar. Bu ‘biriciğin' fırtınalı ve devrimci ben duygusu, daha önce var diye benimsediği bir şeye karşı, şöyle ya da böyle bir karar vermeyle ilgili bir bilinçte temellenir.