Dada'nın sanatsal vârisi olan Gerçeküstücülük resmi olarak 1924 yılında doğdu ve 1940'ların sonlarındaki ölümüyle de adeta küresel bir olguya dönüştü. İnsan doğasının temel olarak usdışı olduğu görüşünü savunduklarından, Max Ernst, Salvador Dalí, Joan Miró ve André Masson gibi Gerçeküstücü sanatçılar, insan aklının en gizemli noktalarına erişmek amacıyla, psikanalizle birlikte çoğunlukla çalkantılı bir aşk ilişkisine yöneldiler.
“Denediğimiz hiçbir şeyi beceremedim. Olmamı istediği insan gibi davranamıyorum."
Reklam
İnsan korkunun ne demek olduğunu unutmuşsa, korku büyük bir çığ gibi her şeyi altına almak üzere geri döndüğünde insanın özünü derinden etkiler.
Kendi kendime düşünürüm:nasıl, kendi kendinin de engeli olabiliyor insan, diye.Bir çelişki gibi görünse de, insan, kendi kendinin de engeli olabilir: yaratılış bilgeliğini kavramaya doğru ilerlemeyen insan , bunun gereği zihinsel edinlerini manevi kaynaklarla donatmayan insan , sürekli kendini bir tembelliğe iten insan, kendi kendinin de engeli olur.
Biz Kızılderili diyorduk, halbuki derileri sarı-siyah renkteydi. Amerikalılar da Indian (Hintli) diyorlardı. Bu da yanlıştı, Kristof Kolomb’un hatasıydı. (…) Sandviç’in tarihi de ilginçti; 18. yüzyılda yaşayan İngiliz lordu Earl of Sandwich, kumarbazın biriydi. Kumara öylesine düşkündü ki, yemek yemeğe oturacak vakit bulamıyordu. Bir yandan kumar
Sayfa 165
Tanıdığı bir sürü insan başkalarının başına gelen korkunç olaylardan sanki gerçekten üzgünmüş ve yardım etmek istiyorlarmış gibi söz ederlerdi, ama işin gerçeği başkalarının acılarından zevk aldıklarıydı; çünkü böylece kendilerinin mutlu ve şanslı olduklarına inanabiliyorlardı.
Reklam
Çünkü şimdiye kadar yaptığın gibi yaşamının pislikleriyle hırpalanmayı sürdürmek son derece manasızdır ve yaşamaya aşırı düşkün korkak bir insan olmaktır; arenada her yanları parçalanmış, kan revan içinde yabani hayvanlarla dövüşenlerin, yarın da aynı pençe ve dişlerin arasına atılmak için hayatta kalmayı istemesine benzer.
Tanrı doğa yasalarının ete kemiğe bürünmesi olarak tanımlanabi­lir. Ancak bu pek çok kişinin Tanrı olarak düşündüğü şey değildir. Onların Tanrı'yla kastettikleri kişisel bir ilişki kurulabilecek insan-benzeri bir varlıktır. Ancak evrenin muazzam büyüklüğüne baktığınızda ve insan yaşantısı­nın ne kadar kırılgan ve rastlantısal olduğunu düşündü­ğünüzde bu çıkarım en olanaksız şey gibi görünüyor.
Az yemekten daha kolay sindirilir tıka basa bir yemek. İyi bir sindirimin birinci koşulu tümden çalışmasıdır midenin. İnsan midesinin çapını iyi t a n ı m a l ı d ı r [kennen]. Öğün arasında bir şey yememeli, kahve içmemeli: kahve sıkıntı verir. Çay ancak sabahları yararlıdır, az ve koyu, çay gereğinden biraz açık olsa dokunur, bütün gün kırıklık yapar, güçten keser. Bunda herkesin kendine göre bir ölçeği vardır, kendi beğenisine göre bir sınır çizer. Çok sıkıcı bir ortamda çayla başlamak öğütlenir gibi değildir: bir saat önceden bir fincan koyu, yağı çıkarılmış kakao ile başlamak yeğlenmeli. – Elden geldiğince a z o t u r m a l ı: açık havada gezinirken doğmayan, kasların katılmadığı bir eğlenceyle bağlantı kurmayan herhangi bir düşünceye inanmamalı. Bütün önyargılar bağırsaklardan doğar. – İ h t i m a m . - Söylemiştim bir kez daha – kutsal tine karşı işlenen gerçek günah kaba ettir.
Artık ne üstlenmek, ne görev yüklenmek, ne benimsemek, ne de tepki göstermek…Bu tutum ölüm karşısında yiğitlik değildir hep, en korkulur durumda yaşamın korunması olarak bu yazgıcılığın güçlü sağduyusu sindirimsel işlemin yozlaşmasından, yavaşlamasından dolayıdır, daha doğrusu bir türlü kış uykusu isteğidir. Bu anlayışla birkaç adım ilerleyince bir gömütün içinde haftalarca uyuyan Hint fakirine ulaşırız…Tepki göstermek tükenmeye yol açtığından hiç tepki göstermemeli artık: olayın mantığı böyle. İnsanı hınç duyguları gibi hızlı tüketen başka bir şey yoktur. Kızgınlık, sayrısal güceniklik, öç alma güçsüzlüğü, öç alma isteği, susuzluğu, her türlü ağu kusma – tüm bunlar bitkin bir insan için en kötü tepki türleridir: sinirsel gücün hızla tükenişi, zararlı salgıları sözgelişi midede safranın sayrısal kabarması bununla bağlantılıdır. Hınç, bir sayrı için, yasaktır- k ö t ü c ü l olandır: üstelik en doğal eğilimdir. – Bu gerçeği o derin fizyolog Buda kavramıştı. Birtakım acınası yaptırımlarla karışmış olan Hıristiyanlıktan ayırmak için, s a ğ l ı k k o r u m a diye nitelenen onun “dini”nin etkisi hıncın yenilgisine dayanmaktadır: ruhu h ı n ç t a n kurtarmak.
Reklam
Ey insan, hiç mümkün müdür ki: Sana bu simayı veren, o simada böyle bir sikke-i rahmeti ve bir hâtem-i ehadiyeti vaz'eden zat, seni başı boş bıraksın, sana ehemmiyet vermesin, senin harekâtına dikkat etmesin, sana müteveccih olan bütün kâinatı abes yapsın, hilkat şeceresini meyvesi çürük, bozuk, ehemmiyetsiz bir ağaç yapsın? Hem hiçbir cihetle şüphe kabul etmeyen ve hiçbir vechile noksaniyeti olmayan, güneş gibi zâhir olan rahmetini ve ziya gibi görünen hikmetini inkâr ettirsin. Hâşâ! Ey insan! Bil ki o rahmetin arşına yetişmek için bir mi'rac var. O mi'rac Bismillahirrahmanirrahîm 'dir. Ve bu mi'rac ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlamak istersen, Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın yüz on dört surelerinin başlarına ve hem bütün mübarek kitapların iptidalarına ve umum mübarek işlerin mebdelerine bak. Ve Besmele'nin azamet-i kadrine en kat'î bir hüccet şudur ki İmam-ı Şafiî (ra) gibi çok büyük müçtehidler demişler: "Besmele tek bir âyet olduğu halde, Kur'an'da yüz on dört defa nâzil olmuştur."
Ey insan! Aklını başına al. Hiç mümkün müdür ki: Bütün enva-ı mahlukatı sana müteveccihen muavenet ellerini uzattıran ve senin hâcetlerine "Lebbeyk!" dedirten Zat-ı Zülcelal seni bilmesin, tanımasın, görmesin? Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor. Sen de onu bil, hürmetle bildiğini bildir ve kat'iyen anla ki: Senin gibi zayıf-ı mutlak, âciz-i mutlak, fakir-i mutlak, fâni, küçük bir mahluka koca kâinatı musahhar etmek ve onun imdadına göndermek; elbette hikmet ve inayet ve ilim ve kudreti tazammun eden hakikat-i rahmettir.
İslâm iktisadının ülkemizdeki öncülerinden Sabahattin ZAİM'in belirttiği gibi, İslâmi finans sisteminin sağlıklı çalışabilmesi için öncelikle buna uygun insan modelinin oluşması gerekmektedir.
Müthiş an;
Ramazanın on yedinci pazartesi günü, Allah'ın Resûlü Hira dağındaki mağarada.. Bir gece evvel rüyalarında muazzam bir şekil, bir heybet, bir sûret, bir edâ, bir ışık, bir renk görmüşlerdir. Bu <<Na-mus-ül - Ekber>> sıfatlı Cebrail'dir. Büyük ve sultan meleklerden bir tanesi.. Pazartesi günü mağarada murakabe ve ibadetin en derin anında, Allah'ın sevgilisine dünya ve madde perdesinde görünüverdi. İnsanoğluna mahsus olmayan ufukların ötesindeki bu manzara karşısında ne hâle gelmiştir? Birdenbire gökler bir perde gibi açılır ve arkasından sonsuzluk âleminin kadrosundan bir şahsiyet, bütün madde tezahürlerini yakıp kül edici, cisim üstü bir cisimlenişle görünüverirse insan ne hâle gelir? Melek o ânâ kadar öteler âlemini tanımayan fakat bütün alemlerin tacı ve efendisi olarak yaratılmış bulunan peygambere hitap etti. - İkrâ (oku).. Âlemlerin Fahri dehşetler ve haşyetler içinde cevap verdi: - Ben okuyucu değilim. Ne okuyayım? Sultan Melek ilerledi. Allah"ın Resûlünü kucakladı, kuvvetle sıktı ve sonra bırakarak tekrar etti. - Oku! Ve kendisinden yine aynı cevabı aldı. Bu hâl üç kere tekrarlandıktan sonra Melek, Allah'tan aldığı ve Resûlüne teslim etmeye geldiği ilk ayeti, başından sonuna kadar okudu. - Oku! Rabbinin ismiyle başlayarak oku! O Rabbinin ismiyle ki, insanı uyuşmuş kandan yarattı. Kalem vasıtasıyle insanlara ilim veren, bilmediği şeyleri öğreten ve yaratmak yalnız kendisine mahsus olan Kerem Sahibi Rabbinin ismiyle oku!
"İnsan her hatırasını elinde tutamaz ya da tek bir dokunuşla canlandıramaz. Bazı anılarımızı beynimizin derinliklerine, hepimizin kaynağı olan o sürüngen çekirdeğe saklarız. İçimizde olup, aramızda çoğunun reddedeceği o çekirdeğe. Ben hiç reddetmedim. Temel tabiatımı kabul ediyor, benimsiyorum. Tanrı'nın yarattığı gibiyim; Tanrı'nın hepimizi yarattığı gibi. Kuzu nasıl kutsanmışsa aslan da öyle kutsandı. Avcı da."
Sayfa 296Kitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.