Dün gece kitabı bitirdiğimden beri olan biteni algılamaya çalışmakla birlikte yazacağım incelemeyi düşünüyorum. Ne desem, nasıl anlatsam bu kitabı diye… Kendimi bir şeyler yazmak zorunda hissettim çünkü bu kitap sitede böyle boş kalmamalıydı… Şuan ne yazacağım ortaya ne çıkacak inanın ben de bilmiyorum. O kadar çok düşünce var ki kafamda, hepsi
"...etrafta dalgalanan büyük, kara bir
kitle. Atlar bunlar. Ama bazıları dört nala uzaklara doğru koşuyor, yere düşüyor, kalkıp gene koşuyor içlerinden birinin karnı
deşilmiş, bağırsakları sarkmış. Ayakları kendi bağırsaklarına takılarak sendeleyip düştü. Sonra gene kalktı.
..
Yere oturduk, ellerimizi kulağımıza bastırdık. Ama bu ürkünç ses, bu inilti ve bağırtılar gene de duyuluyor; taş duvar olsa sızıp geçen bir ses.
Biz ki hemen her şeye dayanabilir bir duruma gelmişiz, bu ses kesilmedikçe soğuk terlere batıyoruz. Kalkıp kaçmak geliyor içimizden. Koşmak, nereye olursa olsun bu bağırmaların duyulmadığı bir yere kaçmak! Hem de insan değil bu bağıranlar, yalnızca at.
Dostoyevski. Çok fazla Dostoyevski. Neden bu kadar Dostoyevski'ye maruz kaldım ki? Bağımlı oldum. Ne onla ne de onsuz yapabiliyorum. Ah güzel Dostoyevski! Bir kitabını daha bitirdim. Ne yaptım ben? Birinin etkisini tüm beden ve ruhumla hissederken, diğerine başlamayacağıma dair kendi kendime söz veriyorum. Ancak bu söze ne kadar süre
Kişinin ne pahasına olursa olsun yapmayacağı ya da izin vermeyeceği şeylerin olması: Belki de onurlu olmak budur dedi Gregorius. Ahlaki sınırlar olması gerekmiyor diye ekledi. Onur başka yollardan da kaybedilebilir. Müzikholde horoz ötüşü taklidi yapan bir öğretmen. Kariyer uğruna yalakalık yapanlar. Sınır tanımayan fırsatçılık. Bir evliliği