"Dostoyevski epilepsi hastası, homofobik ve iflah olmaz bir kumarbazdı. Oğuz atay sevdiği kadına yakın olabilmek uğruna karısından boşanıp sevdiği kadının kocasıyla arkadaş oldu evlerine daha sık gidebilmek için. ( Bunun böyle olmadığını savunan yazarlarda var).
salinger yaklaşık kırk yıl evinden dışarı adım atmadı, tek bir kare fotoğrafı
İncelemeden çok bir iç döküştür!
Neye nerden başlayacağımı bilmediğime göre ortasından başlayarabilirim. Bu düşünmeler mahvetti sonuçta bizi. Herhangi bir konuya bile nereden başlayacağımızı hep düşündük daha doğrusu ben öyle yaptım. Şimdi şu çoğulculuktan çıkıp kendim olarak devam etmeliyim yazdıklarıma. Saçmalayabilirim önemli değil. Kimin ne
Neden barış zor?
Neden sürekli savaş?
Neden herkes acele ediyor?
Neden adalet hep yavaş?
Artık anlamıyorum
Neden hep sömürmek amaç?
Neden tonla parası olan diyor eğer "fakirsen kal aç"?
Neden vergi diyerek fakirlerden devlet alıyor haraç?
Neden siyaset sadece yolsuzluğa araç?
Artık anlamıyorum
Neden hedef zirve değil yamaç?
Neden televizyonda bilim yok da ya aşk oluyor ya maç ?
Benim gücüm yok sıkıldım beklemekten
İşaret bekliyorum canım elimde tek melekten
Çünkü anlamıyorum
Çünkü insan pis ve kaba
Çünkü hiçbir derde deva değil gösterdiğim çaba...
13 yaşından beri kağıt topluyorum Ankara'da. Niğdeliyim. İlk okula başladığım yıl geldik Ankara'ya. Orta okulu bitirebildim yalnızca; hep taktir alarak geçtim sınıfları. Liseye yazdırmadı babam; sokağa saldı beni çalışıp da işe yaramam için. O gün bugündür sokaklardayım; çizgili, çizgisiz, kareli, beyaz ve rengarenk kağıtlar, kartonlar topluyorum.
Sizin canınız hiç Yaşar Kemal çekiyor mu? Benim çekiyor. Tıpkı ilk kez anne olacak bir kadının hamileliğinin 3. ayında mevsim normalleri dışındaki bir meyveyi aşermesi gibi. Hoş, hiç yaşamadım bu duyguyu lâkin bir şeyleri hissetmek için illa yaşamak gerekmez kanımca. Misâl benim geçmiş asırlardaki Anadolu'yu Yaşar Kemal okurken hissetmem gibi.
An gelir, değişir her şey... Gökte plan, yerde zemin değişir, doruklara sevdalanır insan, takvimde gün değişir de, zamanda dün değişmez. Kavimler göçer, Ahmet sevincini arar, akvaryumum, kanaryam nerde der durur ama duvarlar konuşmamaya devam eder. Döngüde bu hikayeye madem mutlu son yazılmamış, eğ gitsin ruhunun boynunu kadere, yaşa gitsin kendi yokuş aşağılarını yorulmaksızın, varsın yine yakarışlar lal olsun, yine varamayışlar kazansın, son umut treni de ayrılsın ömür peronundan. Ne sen dön, ne de ben ıslık çalayım, uçuşan rüzgarda o çok sevdiğim saçlarının savruluşunu seyredeyim şimdi, hatırlayacağımızdan emin ama yine de unutmak umuduyla hoşça kal, uğurlar ola...
“Ne anladın dün anlattıklarımdan?”
“Ya sen ölecekmişsin ya da o adam...”
“Aferin... Söyle bakalım... Sen olsan ne yapardın?”
“Belki o cansimidi ikinize de yeterdi...”
Bu yıl yine
çok gülüyor,
kısa giyiyor dediler,
kardeşler ablasız,
ağabeyler kardeşsiz,
çocuklar annesiz kaldı.
annelerin kuzuları, babaların bitaneleri,
öğretmenlerin öğrencileri öldü,