Bir uzaylının gözünden insanlığı izliyoruz ne tuhaf değil mi? Ama bir o kadar da doğru. Çünkü bazen, kendimizi anlamak için dışarıdan bakmak gerekir. Gündelik hayatın içindeki saçmalıklarımız, çelişkilerimiz, kaygılarımız, o kadar yabancı görünür ki bir yabancının bakışıyla, gülümsersin… Sonra fark edersin: O yabancı sensin.
Kitabı okurken birçok kez durup düşündüm. Sevmenin mantıksızlığı üzerine… Acının kaçınılmazlığı üzerine… Bir çocuğun ellerine dokunmanın, bir şarkının ortasında ağlamanın, bir köpekle sessizce göz göze gelmenin ne kadar “insanca” olduğuna dair. Ve şunu düşündüm:
İnsan olmak, mükemmel olmaya çalışmak değil. Kırılabilmek, hissedebilmek… ve her şeye rağmen kalabilmek.
Matt Haig’in sade ama derinlikli dili, bana bir yazar değil de bir dost gibi seslendi. Bana “Sen yalnız değilsin,” dedi. “Korkuyorsan bu, hâlâ umut ettiğin içindir.”
Bu kitabı bitirdiğimde içimde tarifsiz bir dinginlik vardı. Belki hâlâ cevaplanmamış sorularım vardı ama artık onları taşımaktan utanmıyordum. Çünkü anladım ki, insan olmak sorularla yaşamayı öğrenmektir.
Ve en çok da şunu sevdim:
Bu kitap, hayata biraz dışarıdan bakınca ne kadar güzel, ne kadar komik, ne kadar kırık dökük ama bir o kadar da yaşanası olduğunu fısıldıyor.
Tıpkı bizler gibi.
Tıpkı sen, ben, biz insanlar gibi.
Bu kitap güzel kızımın hediyesiydi ...Çokça teşekkür