Herkes yaşanmaya değer bir hayatın peşindeydi. Kimi parayla, kimi şöhretle, kimi de aşkın yüceltilmiş yalanıyla doldurmaya çalışıyordu içindeki boşluğu. Oysa her biri, insanı esir eden birer zehirdi aslında. Tatlı, yavaş ve öldürücü.
Tıpkı deve dikenine her sürtünüşte kanını akıtan ama yine de geri durmayan bir beden gibi, insanlar da faniliğin dikenlerine bile isteye sürtünüyordu. Acının bile lezzetini çıkarmaya yeminli gibiydiler.
Doyumsuzluk iliklerine kadar işlemişti. Zirveye ulaşmak adına her şeyi mubah sayıyor, birbirlerinin omuzlarına basarak yükseliyorlardı. Makam uğruna insanlıklarını feda etmişlerdi; ruhları çürümüş, kalpleri taş kesilmişti.
Temelleri yalanla örülüydü. Vicdanları çoktan sessizliğe gömülmüştü. Şuursuzluklarını utanmadan sergiliyor, hatta bundan birer meziyet gibi söz ediyorlardı. Pişmanlık ise lügatlerinden silinmişti.
Kendilerine “lüks” adını verdikleri sahte bir cenneti satın alabilmek için, gerçek kimliklerini yok pahasına pazarlamışlardı.
İnsan, insanlığın sonunu getirecek kadar canavarlaşmıştı.
W.