Bir ara omuzbaşından bir el uzandı. Kitabı Ertürk'ün elinden çekip aldı. Ertürk şaşkın baktı: Nöbetçi subay!
Ondan sonra bitmez tükenmez günler. Bir sürü sert bakışlı yüzler, gözler. Ardı arkası hiç kesilmeyecekmiş gibi gelen sorular, sorular... Milliyetçi bir öğrenci olarak yetiştirilmeye çalışıldığın bu okulda Dar Kapı'yı okumakla ahlakdışı hareket ettiğini biliyor musun? Övündüğümüz Türk gençliğine kara bir leke sürdüğünün farkında mısın?
Bursa Askeri Lisesi'nde Ertürk o günler çok ürktü. Çok göz yaşı döktü. Bilmeden vatana nasıl ihanet edilebileceğini öğrendi sonunda. Bazı geceler, sert yatağında, ilçeye bir vatan haini, daha kötüsü bir ahlak düşkünü olarak dönmektense ölmeyi düşündü. Yemekhanede, yanına kimselerin oturmamasını, hela kapılarına "İbne Ertürk" diye yazılmasını içi yırtıla yırtıla gördü. Disiplin Kurulu'nun kararı geciktikçe gecikti. Bu arada Ertürk, on yedi yaşına bastı. On yedi yaşında, bir yatılı okulda, insanın kendini ne gibi yollarla öldürebileceğini denedi ve askeri bir yatılı okulda asla öldüremeyeceğini öğrendi.
Ertürk, bu ilk suçundan ötürü bağışlanınca, bir daha bilmeden suç işlememeyi de öğrendi. "Oku!" diye verdiklerinden gayri hiçbir şey okumamayı, "Düşün!" dedikleri dışında hiçbir şey düşünmemeyi ...
Tehlike vaktinde önlenmişti işte.
Bursa Askeri Lisesi'nin en "itaatkâr" bir öğrencisi olarak daha sonraki günler ve yıllarda da büyüklerine sonsuz gururlar verdi.
Titremesi geçti, ama içi üşüyordu. Bir çeşit hayal kırıklığı sonrası ürpertisiydi bu. İnsanın en şiddetli hayal kırıklığı, kendini kendini uğrattığı değil midir?