Yıllarca yalnızlık şiirleri yazdım.
Kalabalıklardan yapılmış bir ceza
Kalabalıklardan boğulmuş bir arzu
Boyasız evler, çatısız duvarlar
Bir şey söylemeden gidenler
Bir şey söyleyip de unutanlar
Ayrılık dedim, kavuşma dedim
" İnsanın içini dökmekten vazgecmesi" dedim.
Ayrılık ne biliyor musun? Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne güz, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte… İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık. İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini, birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine. Ardında dünyalar taşıyan camlar dururken duvarlara dalıp dalıp gitmesi. Türküsünü söyleyecek kimsesi kalmamak ayrılık. Ödünç sesle konuşan bir kalabalık içinde kendi sesiyle silinmek. Birdenbire büyümesi, gülüşü artık yaprak kıpırdatmayan bir çocuğun. İnsanın yaşlandıkça kendi kuyusuna düşmesi. Bir kadının yatağına uzanan kül bağlamış bir gövde. Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin. Parmaklarını sözüne pınar edememek. Uzaklarda bir adamın üşümesi, bir kadın dağlara daldıkça. Işıklı vitrinlere bakmadan geçmek çarşılardan. Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun. Evlerle sokaklar arasında bir ayrım kalmaması. Ayrılık yağmurdan vazgeçiş, sudan üşüme; yalnızca gölge vermesi ağaçların. İyiliğin küfre dönmesi ayrılık. Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya. Başını alıp gitmek gibi bir geri dönüş. İki adımından biri insanın. Sevincin kundakçısı, hüznün arması. Süreğen korkusu inceliğin. Ayrılık o küçük ölüm, usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.
Ayrılık ne biliyor musun? Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne güz, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte...İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık.
"Ayrılık ne biliyor musun? Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne güz, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte... İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık. İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini, birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine. Ardında dünyalar işıyan camlar dururken duvarlara dalıp dalıp gitmesi. Türküsünü söyleyecek kimsesi kalmamak ayrılık. Ödünç sesle konuşan bir kalabalık içinde kendi sesiyle silinmek. Birdenbire büyümesi, gülüşü artık yaprak kıpırdatmayan bir çocuğun. İnsanın yaşlandıkça kendi kuyusuna düşmesi. Bir kadının yatağına uzanan kül bağlamış bir gövde. Saçına rüzgâr, sesine ışık düşürememek kimsenin. Parmaklarını sözüne pinar edememek. Uzaklarda bir adamın üşümesi, bir kadın dağlara daldıkça. Işıklı vitrinlere bakmadan geçmek çarşılardan. Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun. Evlerle sokaklar arasında bir ayrım kalmaması... Ayrılık o küçük ölüm, usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan."
"Ayrılık ne biliyor musun? Ne araya yolların girmesi ne kapanan kapılar ne yıldız kayması gecede ne güz ne ceplerde tren tarifesi ne de turna katarı gökte... İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık."
“Ayrılık ne biliyor musun?
İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık. Ödünç sesle konuşan bir kalabalık içinde kendi sesiyle silinmek. Birdenbire büyümesi, gülüşü artık yaprak kıpırdatmayan bir çocuğun. İnsanın yaşlandıkça kendi kuyusuna düşmesi.
Saçına rüzgâr, sesine ışık düşürememek kimsenin. Parmaklarını sözüne pınar edememek.
Ayrılık yağmurdan vazgeçiş, sudan üşüme; yalnızca gölge vermesi ağaçların.
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
Sevincin kundakçısı, hüznün arması. Süreğen korkusu inceliğin. Ayrılık o küçük ölüm, usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.
Şimdi anlıyor musun gidişinin neden ayrılık olmadığını? Bir yaprak düşmesi kadar ancak acısı ve ağırlığı olduğunu. Boşluğa boşluk katmadığını. Kar yağdırmadığını yaz ortasında.”
“Ayrılık ne biliyor musun?
Ne araya yolların girmesi,
Ne kapanan kapılar,
Ne yıldız kayması gecede,
Ne ceplerde tren tarifesi,
Ne de turna katarı gökte.
İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
Birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
Ardında dünyalar ışıyan camlar