psikanalitik yaklaşımın amacı sadece öznenin kendisini bilmesini saglamak degil, ama daha çok öznenin kendisini anlamasını sağlamaktır. Psikanalitik yaklaşım kendiliğinden, zaten, adını koymadan, belli bir varoluşçulugu içermiş olur. Öte yandan "anlamak", bilmenin tersine, bir bakıma yaşamı kolaylaştırmaktan çok güçleştiren bir şeydir. Bilmek muktedir olmaktır, yapabilmektir. Kendini anlamak ise basit bir aydınlanma anıdır. Eger böyle bir deneyim epistemolojik açıdan bir doğruluk ölçütü olsaydı, bu bölüm açısından mesele kalmayacaktı. Ne çare, kendini anlamak sadece güç bir sınavla karşı karşıya bırakır psikanalitik özneyi, kendini kabul etmek. Bu güçlük de önceden kestirilemez tabii.Insanın kendini anlaması, her şeyden önce kendini anlamlandıran bir varlık olarak kavraması anlamına gelir psikanalizde. Su anlamda ki, özne için otekinin varligi, ancak bir yorum sayesinde düşünülebilir. Otekinin varlığını bilmez ôzne, yorumlar, anlamlandınr. O halde psikanalitik ortamdaki özne, ötekinin, yani terapistin yaptıgı şeyi bilinçdışı bir süreçte bizzat kendisinin de yaptığını anlar. Bu, özne tarafından aktarma'nın anlaşılmasıdır. Ozne, analitik ortamdaki otekini (terapisti) yorumladığını anlarken, kendini anlamlandıran varlık olarak anlar.Analitik sürecin bir tür solipsizme vardığı da düşünülmemeli. Tam tersine, bu süreç iki iç dünyanın karşılaşması, iki insanın tanışmasıdır aslında. Ve büyük ustalardan birinin söylediği gibi, analiz, özne psikanalist tarafından anlaşıldığında bitmez, tam tersine, özne analistini tanıdığı zaman biter.