Home
Search
What to Read?
Sign In
Sign Up
Shopping
Explore
Books
Authors
Readers
1000Kitap Android ApplicationFREE – Download from Google Play
1000Kitap iOS ApplicationFREE – Get it from App Store
©2024 · 1000Kitap Web Application · 2.37.31
İrem
İrem
@iremalbyrk
Wattpad hesabım: the_albyrkirem
Sosyolog, Aile Danışmanı
Sosyoloji
İstanbul
3 October
334 reader point
Joined on October 2019
Şu anda okuduğu kitaplar
Okuma Hedefleri
Hollanda Doğu Hint Adaları'nda görev yapan bir doktor, dara düşüp kendisine başvuran çok zengin bir kadının yardım talebini geri çevirir. Kadının tavırları karşısında öfkelenip yardıma yanaşmaz. Ama kısa sürede bu kararından pişman olur. Çünkü söz konusu olan insan hayatıdır. Kadına yardım etmeyi saplantı haline getiren doktor, Malezya halkında rastlanan bir nevi öldürücü delilik olan hummanın amokun etkisi altına girer.... Stefan Zweig'ın her kitabında olduğu gibi Amok Koşucusu kitabında da keyifli bir anlatım ve derin analizler var. Kitabı sevdim...
Seçkin bir burjuva olarak rahat ve tasasız varoluşunu sürdürürken giderek duyarsızlaşan bir adamın hayatındaki dönüştürücü deneyimin hikayesi anlatılır. Sıradan bir pazar gününü at yarışlarında geçirirken burjuva ahlakından saparak suç işler. Böylece yeniden hissetmeye başladığını hisseder. Kitap boyunca adamın işlediği suç ve beraberinde gelen ilk önce vicdan azabı ve utanç ardından da haz ve mutluluk safhaları işleniyor. Anlatım tarzı, kurduğu cümleler o kadar güzeldi ki....
Kitapta, Kolombiya’nın bir kasabasında herkesin bildiği sadece öldürülen masum Santiago Nasar’ın bilmediği, işlenen bir “namus” cinayeti anlatılır. Cinayetin işlenmeden öncesinde yaşananlar, toplumun bu olay karşısındaki tutumu gibi durumlar işlenmiş. Aslında bu cinayeti engelleyebilecek güçleri varken sessiz kalan halkın davranışları, cinayeti gerçekleştirecek olan Vicario kardeşlerin iç dünyalarında yaşadıkları karamsarlık gibi hem toplumun hem de bu kardeşlerin ruhçözümlemeleri etkili bir şekilde anlatılmış.
Reader Follow Recommendations
Kısa bir tatil için Avusturya Alplerine giden bir baron, zamanını zararsız bir flörtle renklendirmenin yollarını aramaktadır. Tanışıp yakınlaşmak istediği kadının on iki yaşındaki oğluyla yakınlık kurarak annesine yaklaşmaya çalışır. Hikayede baron tarafından çocuğun kullanılması anlatılıyor. Çocuğun iç dünyasını gözlemleme şansını buluyoruz. Bazen büyüklerin göremediği meseleleri çocukların tüm açıklığıyla görebildiğini, en ufak bir hareketin bir sözün bile onları nasıl etkileyebileceğini okuyoruz. Stefan Zweig'ın analizleri her zaman olduğu gibi keyifli ve etkileyiciydi...
Kitabın içerisinde üç farklı kısa hikaye yer alıyor. İlk hikaye kitabın adını da oluşturan "Lyon'da Düğün". Bu hikayede Fransız devrimi sırasında yaşanan kargaşa ve zulüm günlerinde ölüme yaklaşan insanlara umut veren bir aşk anlatıyor. Kentte kurşuna dizilmeyi bekleyen karşı devrimcilerin toplandığı hapishanede tuhaf bir nikâh kıyılır.
İkinci hikaye olan " İki Yalnız İnsan" adlı hikayede çevreleri tarafından dışlanan iki insanın buluşması ve birbirlerinin acılarına ilaç olmaları anlatılıyor.
Üçüncü hikâyede ( Wondrak) çirkinliğiyle sürekli alaya alınan bir kadın tecavüze uğraması sonucunda doğan oğluyla hayata tutunur. Oğlunu yanında tutmak için ise türlü mücadeleye girişir.
Üç hikayede de ötekileştirilen, dışlanan bireyler ön planda. Stefan Zweig'ın analizleri etkileyici. Her hikâyede farklı bir bakış açısı ve anlam kazandırıyor.
XV. Louis döneminde Fransız sarayında epey etkili olmuş aristokrat bir kadın olan Madame de Prie günün birinde gözden düşer ve sürülür. İktidar sahibi ve ilgi odağı olduğu hareketli ve eğlenceli Paris günlerinden sonra , ne kadar süreceğini bilmediği ve kendisiyle baş başa kaldığı bu sürgün döneminde tekrardan eski Paris günlerine dönmek için bir plan yapar... Stefan Zweig'ın konuyu işleyişi çok keyifli ve sürükleyici. Kitap çok kısa olmasına rağmen etkileyici. Kadının ruh hallerini çok iyi açıklamış.
Roman, lüks içinde yaşamış ama ‘yok sayılmış’ bir çocukluktan gelen iç mimar Nalan ile, sert ve yoksul bir çocukluk geçirmiş elektrikçi Hayri’nin aşk hikayesini anlatıyor. Gülseren Budayıcıoğlu’nun terapisini yürüttüğü gerçek bir çiftin hikayesi. Hikâyeyi bazı yerlerinde üzülerek, bazı yerlerinde öfkelenerek okudum. Kimi yerlerinde gözlerim doldu. Çok fazla acı çekmiş o insanlara sarılıp onları teselli etmek istedim. Hayri'ye ilk başta çok sinir olmuştum. Sözleri, tavırları, fikirleri insanı sinirlendiriyordu. Ama sonra kendi hikayesini anlatmaya başlayınca bazı şeylerin mecburen öyle olduğunu, insanların yaşadıkları sonucunda bir tarafa doğru eğildiğini, acıların onların hayatını şekillendirdiğini anladım. Hiç kimsenin hayat hikayesini bilmeden, geçtiği yolları, çektiği acıları bilmeden yargılamak doğru değildir.
Yakın bir gelecekte, bir din devleti haline gelmiş bir ABD'de, suç işleyenlerin ten renklerinin bir virüs ile değişime uğratılması ve virüs enjekte edilen kişilerin toplum tarafından dışlanmasını içeriyor. Kitabın kahramanı Hannah Payne, evlilik dışı ilişki yaşayıp kürtaj yaptırdığı için on altı yıl boyunca bir "Kırmızı" olarak yaşamaya mahkûm edilir. Ailesi tarafından reddedilen Hannah'yı dini eğitim merkezlerinden düzen karşıtı eylemci grupların sığınaklarına uzanan macera dolu bir yolculuk beklemektedir. Kitap boyunca Hannah'nın çocukluktan itibaren gördüğü dini eğitimi, ailesinin ona çizdiği sınırlar dahilinde yaşadığı zamanları sorgulamasına, karşısına çıkan farklı grupların farklı kurallarıyla karşılaşmasına şahit oluyoruz. Toplumun renkliler diye adlandırılan suçluları günahkar olarak görüp kendi günahlarını yok sayması, devletin renkliler ve toplumun diğer kesimlerinin üzerinde kurduğu baskı vb pek çok durum incelenmiş. Çok iyi kurgulanmış bir distopyaydı.
Yoksulluğun güzel ve parlak bir hayat kurmasına izin vermeyeceğine inanan genç bir hukuk öğrencisinin, çifte cinayet işlemesini ve ardından yaşadığı ikilemleri ve iç çelişkilerini anlatıyor. Raskolnikov, kitap boyunca işlediği cinayeti itiraf etmekle etmemek arasındaki o ikilemde gidip gelirken çevresinde olup bitenleri de anlamlandırmaya çalışıyor. Kitaptaki her bir karakter o kadar iyi anlatılmış ki hiçbirinin hayat hikayesini atlamadan çok başarılı bir şekilde duyguları aktarmış. Keyifli bir okuma oldu benim için. Yazarın insanlara bakışı, toplum hakkındaki tespitleri düşündürücü ve yerindeydi. Dostoyevski okumanın insana çok şey kattığını düşünüyorum....
HARRY POTTER sıradan bir çocuk olduğunu sanırken, bir baykuşun getirdiği mektupla yaşamı değişir: Başvurmadığı halde Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’na kabul edilmiştir. Burada birbirinden ilginç dersler alır, iki arkadaşıyla birlikte maceradan maceraya koşar. Yaşayarak öğrendikleri sayesinde küçük yaşta becerikli bir büyücü olup çıkar.
Keyifli ve eğlenceli bir kitaptı. Daha önce pek çok kez filmlerini görmüş olduğum serinin ilk kitabını çok sevdim. Heyecanlı ve sürükleyiciydi. Yazarın kurduğu dünya şaşırtıcı, etkileyiciydi. Bu kitabı ikinci kez okumuş olmama rağmen ilk okuduğum zamanki heyecanla okudum.
Harry Potter ve Felsefe TaşıJ. K. Rowling (Robert Galbraith) · Yapı Kredi Yayınları · 202053.3k okunma
Kitapta Çehov' un otuz yedi seçme öyküsü yer alıyor. Her biri çok etkileyici ve bir o kadar da güzeldi.
Toplumsal sorunları ortaya çıkarmak açısından çok başarılı öyküleri vardı. Kitabı okurken günümüz toplumuna olan benzerlikleri fark ettim. Sanki Çehov o zamanlardan bu zamanları görmüş ve öykülerini öyle yazmış ya da önceden de toplumlardaki sorunlar, insanlar benzerdi.
" Bahis" adlı öyküde bir konuşma sırasında ölüm cezasının mı yoksa hapis cezasının mı daha insancıl olduğu üzerine bir tartışma ortaya çıkıyor. Bir hukukçu hapis cezasının ölüm cezasından daha iyi olduğunu savunurken, bir banker ölüm cezasının daha iyi olduğunu savunur. Tartışma sonucu hukukçu ve banker bahse girerler. Öyküde bu bahis sonucu gelişen durumlar sonucunda değişen fikirleri çok başarılı bir şekilde işlenmiş. Beni şaşırtmıştı.
" Bir sanatçının öyküsü"nde bir sanatçının gözünden toplumdaki eksiklikler, farklı kesimlerde yaşanan problemlerin çözümsüz kalması durumu anlatılmış ve eleştirilmiş.
" Sinir bozukluğu" adlı öyküde geçen bir olayda iki haydut bir dilenciyi kesmiş, giysilerini pay etmişler. Biri eşyaların arasında donmuş içyağı bulmuş ve bunu yiyebileceklerini söylemiş ama diğeri de hristiyan oldukları ve Çarşamba günü yiyemeyecekleri bir yiyecek olduğunu söylemiş. Yani dilenciyi öldürürken inançlarını hatırlamıyorken daha sonrasında hristiyan oldukları akıllarına geliyor ve ona göre davranıyorlar. Yani herkes işine geldiği gibi bazı şeyleri kabul edip bazılarını reddedebiliyor.
Dünyanın herhangi bir köşesinde herhangi bir kadın sıfır noktasında kıskıvrak bekliyor. Umutsuz çaresiz ölümle yaşam arasındaki sınırda...
Kitapta bir kadının hayatının, yaşadığı zorlu süreçlerle nasıl bir şekle doğru evrildiğini görüyoruz. Çocukluğundan itibaren karşılaştığı her türlü şiddet Firdevs'i kötü durumlara doğru sürüklemiş. Kitabı okurken Firdevs'in hayatını mahveden herkesten nefret ettim. Firdevs'in babasından, amcasından, kocasından ve karşısına çıkan herkesten... Her bir satırı insanın içine işliyor. Çocukken yaşadığı ama o zamanlar anlayamadığı olayları okur net bir şekilde anlıyor. Sarsıcı ve yıkıcı bir etki bıraktı bende. Bir yerlerde aynı Firdevs gibi hayatı ellerinden kayıp giden kadınların olduğu düşüncesi bile oldukça korkutucu...
Suç psikiyatristi olarak polise destek vermekte olan Claps’in suçluların davranış profilini inceleyerek olası şüphelileri tespit etmek gibi çetin bir görevi vardır. Ancak bu sefer ortadaki cinayet hiç de basit değildir. Karşısında acımasız, kararlı, unutulmak istemeyen ve şehrin korkulu rüyası olmayı amaçlayan bir seri katil vardır. Çözüm hep avuç içinde gibidir ama bir türlü ulaşılamamaktadır, aşılan her bir basamak katilin ininin derinliklerine dalmaktan başka bir işe yaramaz...
Polisle satranç oynayan seri katil her hamlesinde yeni bir kurbanı hedef almaktadır.
Kitap sürükleyici ve heyecan doluydu. Sayfalarda sabırsızlık içinde ilerledim. Kitabın kurgusunu çok beğendim.
Yazarın anlatımı çok etkileyiciydi ve bu durum olayların daha kolay ve net bir şekilde zihinde canlandırılmasını kolaylaştırdı. Kitabın içinde bir yerlerde bulunuyormuşum hissi oluşturdu.
Konusu : Bir çiftlikte yaşayan hayvanlar, kendilerini sömüren, kötü muamelede bulunan insanlara karşı ayaklanma başlatıyor. Hayvanlar devrim gerçekleştiriyor ve insanın egemen olduğu sistemi yıkıyorlar.
İlk başlarda her hayvanın eşit olduğu, birlik beraberlik içinde yaşayacakları üzerine bir düzen kurmayı hedefleyen hayvanlar, daha sonrasında domuzların öncülük ettiği bir düzenle karşı karşıya gelir.
Çeşitli manipülasyonlarla diğer hayvanlar üzerinde baskı kurmaya başlayan, kuralları kendilerine göre değiştiren domuzlar, insanlardan daha acımasız bir tutum sergilemeye başlarlar.
Kitapta aslında bir sistemi ortadan kaldırmanın ne kadar zor olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bir sistem yerine hep başka bir sistem yerleşiyor. Kitaptaki eşitlikçi fikirler , tüm hayvanların eşit olduğu görüşü giderek şekil değiştiriyor, çalışma kuralları, düzen hep bir grubun istekleri doğrultusunda şekilleniyor. Zamanla egemenliği eline alan domuzlar, ellerindeki bu gücü sağlamlaştırmak için hayvanlar üzerinde cezalandırma ve infaz yöntemleri ile korkuya dayalı bir güç elde etmeye başlıyor.
" Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir"
Kitap akıcı ve güzeldi. Yazarın okuduğum ilk kitabıydı ve 1984 kitabını okumak için sabırsızlanıyorum.
Kitap Daine'in Lucien adını verdiği çocuğu evlat edinmesi ile başlıyor ve birlikte geçirdikleri kaza sonrasında yaşananları konu alıyor. Kitap şamanizm, parapsikoloji, telekinezi gibi konularla yakından ilgili.
Kitabın işleniş tarzı, olayların sırası yerinde ve başarılıydı. Her sayfasında insanı daha da merakta bırakan, içine sürükleyen bir anlatımı vardı. Hikaye ilerledikçe merak daha da artıyordu.
Kitabın ilerleyen sayfalarında " Yok artık bu da mı oldu?"..." Nasıl yani?"... "İnanamıyorum" gibi şeyler demeye başlamıştım. Sonlarına yaklaştıkça soluksuz bir şekilde okumaya devam ettim. Çok heyecan verici ve şaşırtıcı bir şekilde kitabın içinde bir yerlerde olaylara şahit oluyormuş gibi hissettim.
