Öncelikle söze, hiç Atay okumamış biri, Atay okumaya bu kitapla başlayıp da kitabı yarım bırakma gafletine düşmesin diye başlamak istiyorum.
Atay'ı okumaya başlamadan önce biraz araştırma yapmak gerekiyor. Nasıl bir dönemde yaşamış, kimlerle birlikte olmuş, kimlerden etkilenmiş vs. Tabii bu durum bütün yazarlar ve kitaplar için geçerli ama eğer
Distopik eserlerin BABAsından merhabalar…! Yevgeni Zamyatin’in BİZ’i, bu türün miladı kabul edilir. O yüzden beklentisi çok olan, bu kadar ünlü olmasına rağmen ülkemizde az bilinen bir eserdir. Bu nadide eseri incelerken her zamanki gibi doğaçlama yolunu seçiyorum. Spoiler içermez ama çok şey içerir....!! ve Sonuna kadar okuyunuz... Lütfen...!
Mahsun olma Burma, sevin!
Medeniyet getireceğiz sana,
Ölmez veya kör olmazsan göreceksin!
Medeniyet dediysek sizi medenileştireceğiz demedik. Medeni insanları göreceksin, onlara hizmet ederken…
Kulüpte biz briç oynarken hizmet için sizi içeri çağırırsak o zaman göreceksin. Gramafon sesi gelecek kulağınıza, medeniyetle tanışacaksın. Ya da
“Geçmişin son kullanma tarihi olur mu?” “Eğer birinin hafızasında değilsek aslında var mıyız?” gibi daha birçok soruyla bizi düşündürtüyor roman.
Zaman nedir? Bu soru belki de insanlık tarihinin açıklanması ve tanımlanması en zor sorudur. İnsan zamanı tanımlayabilmek, anlayabilmek, zaman karşısında yaşamını kolaylaştırabilmek için saat, takvim,
'Yuvarlağın Köşeleri', ''Ça' ve 'Dün Yağmur Yağacak' adlarıyla yayımlanan üç eser bu kitapta bir araya getirilmiş.
'Yuvarlağın Köşeleri' adlı bölüm Asaf'ın etika türü özdeyişlerinden oluşmakta. Şairimiz her ne kadar "Felsefe yapmak benim harcım ve niyetim değildir." dese de burada felsefeci kimliği ile karşımıza çıkıyor. Aşktan,
✍DİPÇE :
...
" Özellikle Dostoyevski, ruhun bütün ayrıntılarını bize gösteren bu insan, bu parçalayıcı, bu duygu anatomisti, bize aynı zamanda zamanımızın bütün yazarlarından daha derin, daha evrensel bir dünya duygusu vermiştir, insanın derinliğini kendinden önce hiç kimsenin tanımadığı kadar tanıyan bu adam, onu şekillendiren kavranılamaz
''Felsefe daima fazladan bir şeye, ölümsüze, gerçeğe ihtiyaç duyar; hem de elde edebileceği en bütünsel varoluşun bile mutlu bir andan daha fazlası olmamasına karşın.''
Yazdığım aslında bir inceleme degil çünkü sanat konusun da profesyonel bir bilgiye sahip degilim. Benim bildiğim ufak tefek acemilik dışında bu yüzden kitabı 8 gunde bitirdim. Zorlandım bazı sanat eserleri okurken. Bunda yazarın kendi entelektüelitesini baz alarak dağınık işlemesinin etkisi vardı tabi. Yazar bu kitapta Güzelliğin neligi, tarihini
Batmanlı eğitimci ve yazar olan A. Vahap Akbaş, Osmanlı Edebiyatının son dönem yazarlarıyla ilgili kapsamlı ve sadeleştirme çalışmaları yapmıştır. Ayrıca bir roman ve bir hikaye kitabı dışında şiir, deneme ve çocuk kitapları türlerinde çokça çalışma yaptığını görüyoruz. Halen üretkenleriyle çalışmalarına devam ediyor. Çalıştığı liseden de 2001'de
Eros, doğası gereği bir şeye duyulan sevgi midir, hiçliğe duyulan sevgi mi? diye sorar Sokrates.
Aşk, nesnesi olan şeyi arzuladığına göre, hiç kuşku yok ki ona sahip değildir ve eksikliğini hissetmektir.
Aşk, insanın sahip olmadığı bir şeyin eksikliğini hissetmesi ve onu arzulamasıdır. Üstelik aşk güzele duyulan sevgi de olduğuna göre, Eros da güzellikten yoksun olmalı, yani buna sahip olmamalıdır. İyilik de güzellik olduğu için, Eros'da iyilik yoktur. Aynı şey bütün idealar için geçerlidir. Böylece Sokrates'in bir kavramı yok etmek için kabuğunu kırmayıp, içini boşalttığını görmüş oluyoruz.
Şarım..
Tam olarak değilse de utanç demek.
Utanmaktan mahcup olmaya, yüz kızarmasından alttan almaya kadar pek çok nüansları var.
Baktığımız her şeyde utanacak bir şey gören insanoğlu için aslında oldukça tanıdık. Ama Hayyam için yasaklanmıştı.
Çünkü 'şarım'ın zehirli okları vardı.
Diyetti kimileri için.
Utanmazlık da utanç kadar şiddetin