Çok sevdiği karısı Paula "Gidecek misin gerçekten?" diye soruyordu. İçinde mırıldanan bir ses 'Geri dön! Henüz özgürsün! Mecbur değilsin!' derken kanında işleyen o makine, konuşmayan ancak sinirlerine ve tüm uzuvlarını hükmeden o makine onu görünmeyen bir 'Mecbursun'la öne doğru itiyordu. "Ben değil! İçimdeki birşeyler gidecek, hatta çoktan gitti bile. Tıpkı bir okul çocuğunun öğretmeni geldiğinde ayağa kalkması gibi benim de içimde de birşeyler ayağa kalkıyor; söylemiştim ya, titriyor ve itaat ediyor! Bir yandan da senin söylediklerini duyuyorum, doğru ve gerçek olduğunu, insanca ve gerekli olduğunu biliyorum-bu benim yapmam gereken ve yapmak zorunda olduğum tek şey- bunu biliyorum, farkındayım, işte tam da bu nedenle alçakça ya gidişim. Fakat gidiyorum, bir şeyler bana hükmediyor! Hor gör beni! Ben de bir görüyorum kendimi. Fakat başka türlü davranmam imkansız, başka türlü davranamam!" diyerek yanıt veriyordu Ferdinand.
Bu diyalog ise beni Isaiah Berlin'in iki özgürlük tanımına çıkarıyor. Bunlardan birincisi 'negatif özgürlük', yani harici engeller ve kısıtlamalardan bağımsız olmaktır. Birey ancak bir eyleme geçmekten fiziksel olarak alıkonmadığı ölçüde özgürdür.
Bir diğeri ise dahili kısıtlamalardan bağımsız olmak demek olan 'pozitif özgürlük',,, Kendi kendinin efendisi olmak, kendini kendin tarafından yönetmek, kişinin kendi aklının kontrolünü ele alması, akıl dışı korku ve inançlardan, bağımlılıklardan, batıl inanışlardan kısaca öz baskısının tüm formlarından bağımsızlaşması anlamına geliyor.
Şimdi Ferdinand'a özgür diyebilir miyiz?