"Sürekli çakılıyorum yere, gecenin içinde sürünüyorum. Ay ışığı anestezim, körfez ağrı kesicim, ışıklar ve pırıltılar ağrıyan yerlerime yapılan hacamatlar, imbat yeli beynimin yelpazesi."
Pek çok parlak renk; pek çok belirgin ses, bazı insanlar, karikatürler, gülünçlü sahneler; birkaç sert varolma anı, içinden çık tıkları olayın bir halkasını hep içeriyorlar ve hepsinin çevresinde geniş bir alan - bu, çocukluğun kaba, görsel bir tanımı. Ben onu böyle biçimlendiriyorum; ve kendimi böyle görüyorum, çocukken, 1882'den 1895'e kadar süren o zaman diliminde dolaşırken. Büyük bir hole benzetebilirim onu; içeri tuhaf ışıklar sızdıran pencerelerle, mırıltıların ve derin sessizliklerin doldurduğu boşluklarla. O resmin içine bir biçimde hareket ve değişim duygusu da katılmalı. Hiçbir şey uzun süre sabit kalmadı. Her şeyin yaklaştığını ve sonra kaybolduğunu hissetmeliyiz, büyüdüğünü, küçüldüğünü, değişik hızlarla küçük yaratığın yanından geçtiğini; o küçük yaratığın ilerlemesini sağlayan duyguyu tatmalıyız, kolları ve bacakları uzadığı için ilerleyen küçük yaratığın, istese de duramadan, gidişini değiştiremeden ilerleyen, topraktan başını uzatan, sapı uzayana, yaprakları büyüyene, goncaları kabarana kadar uzayan bir bitkiye benzeyen. İşte tanımlanamayan şey bu, bütün imgeleri fazlasıyla durgunlaştıran bu, çünkü bunun böyle olduğunu söyler söylemez geçip gitmiş ve değiş miş oluyor. Hayatın gücü ne kadar muazzam olmalı ki, siyah zemin üzerindeki iri bir mavi ve mor lekeyi ancak ayırt edebilen bir bebeği on üç yıl sonra, annemin öldüğü 5 Mayıs 1895 günü -neredeyse günü gününe kırk dört yıl önce- hissettiğim her şeyi hissedebilecek bir çocuğa dönüştürüyor.
"Lunaparka sadece eğlenmek istediğin zaman gidersin ama insanlar deniz kenarına her zaman gider. Bu öyle bir şey. Ben lunaparkım. Uzaktan güzel görünüyorum. Her kes uzaktan eliyle işaret edip ne kadar güzel olduğumu söylüyor. Sonra ışıkları sönüyor, ışıklar söndüğünde hiçbir büyüsü kalmıyor. Ama gece sahile gitsen orda yine birilerini görürsün. Deniz kenarlarını insanlar iyirmi dört saat sever. Her mevsim başka sever. Gece başka gündüz başka sever. Ben lunaparkım."
Bu çocuk namaz kılmasını bilmiyor.
Ama alnını secdeye koyduğu zaman nedense bana Mehmet Akif'in şu mısralarını hatırlatıyor:
Karanlıklar, ışıklar, gölgeler sussun ki: Allah'ım
Bütün dünyayı inletsin benim secdem, benim âhım...
Sinyal köprüsünde asılı ışıklar yeşildi. Raylar arasında da yeşil ışıklar vardı. Raylar uzaklaşıp dönerken o ışıklar yaz yapraklarının arasında parlıyor, yaprakları da ışıkmış gibi gösteriyordu. İki adam lokomotifin önünde, beyaz, ipek bir kurdeleyi iki yandan gererek tutmuşlardı. Biri Colorado Bölümü şefi, öbürü de Nealy’nin baş mühendisiydi. Nealy gidince işin başına geçmişti. Eddie Willers kurdeleyi keserek yeni hattı açacaktı. Fotoğrafçılar onun, elinde makasla, lokomotife arkasını dönmüş durumda fotoğrafını çektiler. Ona aynı töreni iki üç kere tekrarlaması, kendilerine poz seçeneği tanıması gerektiğini söylediler. Ellerinde yedek beyaz kurdeleler hazırdı. Tam kabullenecekti ki birden durdu. “Hayır,” dedi. “Bunda bir sahtelik olmamalı.” Sesi otoriterdi. Başkan Yardımcısı’nın sesiydi. Parmağıyla kameraları göstererek emrini verdi. “Geri çekilin. Daha geri. Ben keserken bir tek poz çekin, ondan sonra yoldan çekilin. Hemen.”
Söz dinlediler, hızla
...çocuklar yanlarında bir sürü oyuncak getiriyorlardı ama bunların hiçbiri oynamaya elverişli değildi. Örneğin; kendi ekseni etrafında dönüp duran ve başka hiçbir işe yaramayan uzaktan kumandalı bir tank. Ya da bir çubuğun ucunda daire gibi dönüp durmaktan başka marifeti olmayan bir uzay roketi. Veya gözlerinde ışıklar yanarak paytak paytak dolanıp başını iki yana sallayan küçük bir robot bebek. Bunlarla nasıl oynanırdı ki?
...
En küçük ayrıntılarına kadar öyle ince düşünülerek yapılmışlardı ki çocukların hayal kurmalarını gerektirecek bir yanları kalmamıştı.
....
Sensizliğin acısını
Sen nereden bileceksin?
Sen hiç sensiz kalmadın ki
Mevsimleri saymadın ki....
İlk gençlik yıllarımın unutulmazlarındandır...
Şarkılarıyla, duruşuyla, yazılarıyla tam bir sanatçıydı.
Işıklar içinde uyusun...