Araplar İslam öncesinde homojen bir sosyo-ekonomik du­ rum içinde değillerdi. Bazı Arap toplumları ticari, bazısı zirai ve feodal, bazısı ise göçebe toplumlar halindeydi. Ortak bağları, bir olan dilleri ile bir dereceye kadar kültür ve gelenekleri idi. İslam gelip göçebe ve yerleşik Arapları bir siyasi yapı içinde bir­leştirdi; onlara yeni değer ve semboller, hayata yeni bir bakış tarzı ve taşıyacakları bir misyon sağladı. İslam, Arap dili çerçevesinde onların fikri gelişmelerinin esası, sosyal yapılarının ve uygarlıkla­rının temeli oldu. İslam toprak, su ve madenler gibi ana tabii kaynakları ümmetin mülkü olarak kabul etti. Sömürüye karşı çıktı; özellikle gıda malla­rında tekelciliği kötüledi ve sosyal adaleti vurguladı.
Avrupa kapitalizminin etkisiyle, bir bütün olarak iktisadi hayat, tarımda kendi kendine yeterlik esasına dayalı tabii bir ekonomiden pazar ekonomisine ve pazar için tarımsal üretimde bulunmaya yö­ neldi. Bu yönelişin, farklı dönemlerde bile izleri hep görülen ortak belirtileri vardır: 1. İhraç etmek veya şehirleri beslemek amacıyla ticari ürünler ziraati yapmak, 2. Toprakta ortak mülkiyetin parçalanması ve onun yerini özel mülkiyetin alması; bunun da servet farklılıklarına yol açması, 3. Tüccarlar, tefeciler ve komisyonculardan oluşup, iç ve dış ticaretle uğraşan gelişme halindeki bir grubun ortaya çıkması, 4. Ulaşım araçlarının iyileştirilmesi, 5. Şehirleşmenin artması, 6. Dış rekabet sonucu el sanatlarının çökmesi.
Reklam
Makrizi kendi çağındaki durumu şöyle tasvir eder: İkta'ları içinde yer alan topraklara el uzatnlar ... Kira bedellerini arttır­ dılar ... Her sene kira arttırmayı alışkanlık haline getirdiler; öyle ki bu dönemde bir feddan[bir alan ölçüsü]lık alanın kirası on katına kadar çıktı ... Tabii, birim toprağın kirası katlanınca( ... ), tohum, ekme, biçme ve diğer kalemlerin maliyeti artınca, vali ve amillerin verdikleri za­ rar büyüyüp çiftçiler üzerindeki baskıları şiddetlenince, köprü vesaire yapımındaki yükümlülükler çoğalınca( ... ) köylerin büyük kısmı harap oldu, arazilerin çoğu tarım dışı kaldı ve gelirler azaldı ... Zira köylüle­ rin ekserisi, yıllarca süren sıkıntılar ve hayvan telefatından dolayı ya ölmüş, ya da çeşitli memleketlere dağılmıştı ... "47
Makrizi, Memluklar zamanındaki arazileri anlatırken aşağıdaki yedi sınıftan söz eder: 1. Hükümdar divanına ait olup, geliri hazineye giden araziler, 2. Emirlere ve askerlere ikta' edilen yerler, 3 ve 4. Bunların birinci grubu, "cami, medrese, feranik(?) ve hayır işleri ile bu toprakları vakfedenlerin sülaleleri ve serbest bıra­ kılmış köleleri için vakfedilmişti. İkinci grupta ise "bazı kimselerin elinde olup, ya bir mescid veya caminin işlerine baktıkları için, ya da herhangi bir iş karşılığı olmadan yararlandıkları araziler" yer alırdı. 5- Mülk araziler. Makrizi, bunların beytülmal'den satın alındı­ ğını düşünür. 6 ve 7. Mer'alar ve boş topraklar
Lakin kabilelerin eşraf takımı toprağın öneminin farkına ilk varanlar oldular ve onu elde etmeye yöneldiler. Bu durum haraci araziye el koyma ve sahipsiz araziyi işlemeye koyulma (iylaü'l-arzi'l-mevat) hareketlerinde ken­ dini gösterdi.
Durumu daha da karmaşık hale getiren sebeplerden bir tanesi de Sasaniler ve Bizanslılar'ın ticaret yolları, özellikle bir taraftan Basra Körfezi yoluyla Irak üzerinden Şam'a ulaşan; diğer taraftan da Yemen, oradan Kızıl Deniz ya da Yarımada'nın batısı üzerin­ den geçerek Akdeniz'e varan Hint yolu üzerinde hakimiyet kur­ maya çalışmalarıydı. Ebrehe'nin (Fil yılında) Hicaz'a yaptığı sefer, Yarımada'nın batısından geçen ticaret yolu üzerinde hakimiyet kurma teşebbüslerinin sonuncusuydu.
Reklam
Bir toplumun yaşadığı tecrübelerin iyi bilinmesi ve tarihi sey­ rinin derinliğine araştırılması, o toplumun bugününün anlaşılması için temel bir zorunluluk ve geleceğe doğru yolculuğu için de ge­ rekli bir hareket noktasıdır. Herhangi bir toplumun iktisat tarihi ise, onun tarihi tecrübesinin hayati bir cephesini temsil ettiği gibi tarihi mirasının büyük bir bölümünün anlaşılmasında da esaslı bir rol oynar.
İslam toprak, su ve madenler gibi ana tabii kaynakları ümmetin mülkü olarak kabul etti. Sömürüye karşı çıktı; özellikle gıda mallarında tekelciliği kötüledi ve sosyal adaleti vurguladı.
Sayfa 145Kitabı okudu
İslam, özellikle insanların temel ihtiyaçlarıyla ilgili konularda tekelciliği (ihtikar) red etmiştir.
Zenginlerin fakirleri köleleştirme yolu olduğu içindir ki, İslam, ribaya şiddetle saldırmıştır.
Reklam
Adalet kavramı (veya anlayışı), yargının siyasi otoriteden bağımsızlığı, kadıların hak konusundaki dirençleri, nüfuzlu kişilere ve umum halka karşı adaleti sağlama hususundaki kavrayışlarıyla pekişir.
Abbasiler, kendi hareketlerine dayalı bir egemenlik (hakimiyet) anlayışını benimsediler: Peygamber'e akrabalığı vurguluyor, bunu da sadece Abbasi ailesiyle sınırlı tutuyorlardı. Yönetimde direkt (babadan oğula) veraseti benimseyerek bunu sürdürdüler.
Resim