İnsanlar, doğuştan eşittirler: kullukta, fanilikte eşitlik. Ama menfi bir eşitlik bu. Sonra, iman sayesinde yeni bir eşitlik kazanırlar, kardeş olurlar. Rabbin lütuflarından aynı ölçüde faydalanacaklardır: hukukî ve müsbet bir eşitlik.
Kulun bütün haysiyeti: Mümin oluşunda. Kul, mümin olunca hukukî bir hüviyet kazanır, dilenciyi halifeye eşit ki
Muhammed'in Tanrısı "hür" olanlar yanında, onların hizmetini görmek üzere "köleler" yaratmış olmakla övünür; hürler arasında derecelemeler ve eşitsizlikler var etmekle övünür; cinsiyetler (kadın-erkek) arasına eşitsizlikler genellikle övünür; bol nzık verip varlıklı kıldığı sınıflara, yoksul kıldığı sınıftan sömürtınekle övünür; bazı ümmetleri, diğer bazı ümmetlere üstün kılmakla övünür; bazı ırkları (örneğin Arapları ve Araplardan da Kureyş'i) "asil" ve bazılarını da (örneğin Yecuc ve Mecuc ırkı olarak Türkleri) "insanlığa felaket getirici kavim" olarak yaratmış olmakla övünür; sadece yeryüzü yaşamları itibarıyla değil, gelecek dünyalarda da (örneğin cennet ya da cehennemde) eşitsizlik olacağını haber vermekle övünür. Daha açıkçası, eşitsizlikle ilgili ne varsa her şeyin "uhrevi" kaynağı olmakla övünür.
"Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun ka.lbini Islama açar; kimi de saptırmak isterse... kalbini iyice daraltır... " (En'am Suresi, ayet 125) şeklinde ayetler indirilmiştir. Tanrı acaba neden bütün insanları eşitlik üzere yaratmak varken böyle yapmamıştır da, bir kısım insanları "Müslüman" yapıp bunların oluşturduğu ümmeti üstün, diğerlerini de "kafir" ve "aşağılık" kılmıştır, bilinmez.
Ömer ve Ebubekir’in bizzat kendileri bu yanlış adıma sebep olmalarına rağmen, Islâm'ın siyasi teşkilatı Peygamber’in bıraktığı gibi kalmıştı: Basitlik, eşitlik ve servetin bir yerde toplanmasına engel olunarak adilce paylaşılması göze çarpıyordu.
İnsanlar arasında eşitlik ve kardeşlik, Tanrı'nın insanın yaratmış olması koşuluyla mümkündür. İnsanların eşitliği,tabi (fiziksel veya zihinsel) değil; manevi bir gerçektir.
Şayet bu yüzyılda, aydın kimselerin fikir birliği içinde benimsedikleri değerlerin durumu sorulsa idi, onları şu şekilde sıraya koymak mümkündü:
1. Eşitlik, şeref ve insanların kardeşliği.
2. Serbest araştırma ruhu ile evrensel eğitime ve bilime verilen değer.
3. Dini müsamahanın uygulaması.
4. Kadının hürriyeti ve erkekle olan manevi eşitliği
5. Her türlü sömürü ve köleliğin ortadan kaldırılması
6. Emeğin değeri
7. İnsanlığı, hangi ırktan ve renkten olduklarına bakmaksızın bir birlik duygusu içinde birleştirmek (bu, ahlaki ve manevi temellere dayalı olarak insanlığın birliğinin korunması programıdır).
8. Irk, renk, zenginlik vs. gibi özelliklerle övünmenin değersizligini ortaya koymak; adalet prensibine dayalı bir toplumun kurulması
9. İnziva hayatının ve aşırı riyazet felsefesinin reddi.
Günümüz insanının cesur ve asil gayretlerinin gündemini oluşturan bu maddelerin her biri, Kur'an'ın çeşitli emir ve öğütleriyle uygun şekilde ve tam anlamıyla desteklenmiş ve İslam Peygamberinin yaşamış olduğu hayat ile de örneklendirilmiştir.
Yönetimin, dinsel bir ideoloji benimsemesi, bir yandan farklı inançları ve mezhepleri benimseyen insanların, valilerin ve kadıların uygulamalarına kuşkuyla bakmalarına neden olurken, diğer yandan da, devletin halka çoğu kez kuşkuyla bakmasına neden olmuştur. Söz gelimi, devlet Mu'tezili ideolojiyi benimsediğinde Sünnileri ve Şiileri, Sünni ideolojiyi benimsediğinde de, Mu'tezililik, Şiilik ve Haricilik vb. akımları benimseyenleri suçlu olarak görmüş, onların, özgürlük, ekonomik eşitlik taleplerini hiçe sayarak, sapkın inanç hareketleri olarak görmüştür.Bu bakış açısı, farklı inanç ve mezheplere mensup insanların yer yer öldürülmeleri, linç edilmeleri gibi olumsuz sonuçlar da doğurmuştur.