İslâm"da eşitlik ilkesi, insanların sahip oldukları erdemleri, kuşandıkları değerleri, liyakat gibi vasıfları göz önünde bulundurmak suretiyle daha da anlamlı hâle gelir. Buna göre eşitlik, hak edene hakkını vermekle yani adalet kavramıyla birlikte değerlendirilir. Eşitlik ve adaletin aynı şey olmadıkları, kimi zaman eşitliklerin adaletsizliği doğurabildiği bilinmektedir. İnsanlar konumlarına bakılmaksızın hukukî şahsiyet olarak kabul edilmeleri yönüyle eşittir. Ancak adalet, hakların, herkesin yeteneğine, emeğine, toplumda oynadığı role göre dağıtılması olarak tanımlandığında, her eşitliğin adaleti sağlayamadığı görülmektedir.
Sayfa 338Kitabı okudu
Şu Modern Klişe Gerekçeye Odaklanin Bence Evvel emirde söyleyeyim: Elbette Modern durumlar var, dikkate alınacaklardır. Ancak öyle hakikatler var ki, modern durum ne olursa olsun bu hakikatler onlara feda edilemez. Bunu hatırlatmama bir tarihselcinin şu ifadeleri sebep oldu: “Bizim İslâmî gelenekteki hâkim görüşten farklı bir vahiy anlayışını
Reklam
Giriş..
Tebliğin daha ilk gününden itibaren, Muhammed (S.A.V) tüm dünyaya hitap eder. O, herhangi bir millet ya da dönemle kendisini sınırlandırmamıştır, ırk ve sınıf farklılığı gözetmez: İslam'a göre, insanlar arasında mutlak eşitlik ve isteyerek yapılan eylemlerdeki bireysel üstünlük esastır.
Beyan
285 syf.
9/10 puan verdi
·
Liked
Türk Devlet Felsefesi
Gayet anlaşılır sade bir dille yazılmış bir eser. Sürükleyici özeliği de var. Oğuzlardan, diğer Türk devletlerinden ve Osmanlılardan günümüz cumhuriyete kadar olan Devlet anlayışını, yapısını özelliklerini dile getiriyor. Genel anlamda tüm kurulan devletlerde Adaletin önemine vurgu yapıyor. İslamiyeti kabul eden devletler Adalet, eşitlik gibi kavramlara çok değer veriyorlar. Hz Muhammed'in hadisleri ve diğer Kuran'da geçen birçok adalet ile ilgili sözlere yer verilmesi ve bunu da tüm beylerin, padişahların uygulamasını anlatıyor. Ve Zaten Türklerde islamiyetle özdeşen birçok şeye sahip olduğundan zayıf kalacak bir yanları olmuyor. Osmanlı devletinin kuruluşu itibariyle ilk temel gayeleri İslam ruhunu yaşatmak ve adaletle cihan imparatorluğunu yönetmek olmuştur. Ve başlangıçta ise Mekke ve Medine'ye sahip oldukları için kendilerini İslamiyet'in baş koruyucusuda etmişlerdir. Bir başka şey de kitapta sayfalarin altlarında küçük küçük bilgilendirici, açıklayıcı metinlerin olması çok iyi olmuş. İyi ki de okumuşum diyorum. Bazı bilmediğim olayları, sözleri, yaşananları, unuttuğum şeyleri tekrar aklıma getirtti. Va akılda kalıcı özelliği var. Son olarak şunu demek istiyorum bu kitap tarihe yeni başlamak için herkesin okuması gerekiyor. Şiddetle tavsiye ederim.
Türk Devlet Felsefesi
Türk Devlet FelsefesiMehmed Niyazi · Ötüken Neşriyat · 2018133 okunma
Hz. Muhammed'in (s.a.v.) çağrısını ilk defa işittikleri zaman çoğu Mekkelinin bu çağrıyı katı kalblilikle geri çevirmesinin sebebini anlamak güç değil. Manevi kaygılardan yoksundular; yalnız pratik amaçlar önemliydi onlar için; çünkü onlar, hayatın, ancak maddi ve harici refahı artıran vasıtaların bolluğu sayesinde zenginleşebileceğine inanıyorlardı. Bu insanlar için moral bir amaca bağlanmak, böyle bir amaca tavizsiz bir biçimde kendini teslim etmek düşüncesi-çünkü İslâm, sözcük anlamı olarak kendini Allah'a teslim etmek demekti- hiç de katlanılabilir gibi görünmüyordu. Ayrica Hz. Muhammed'in (s.a.v.) öğretisi kurulu düzeni ve Mekkelilerin o kadar değer verdikleri kabilevi an'aneyi tehdit ediyordu. Hz. Muhammed (s.a.v.) insanları tevhid inancına çağırıp, putlara tapmanın bağışlanmaz bir günah olduğunu duyurmaya başladığı zaman, Mekkeliler onun bildirisinde sadece geleneksel inançlara karşı girişilmiş çetin bir saldırı değil, mevcut toplumsal düzeni yerle bir edebilecek bir devrim soluğu da buldular. Onların gözünde ekonomik adâlet, toplumsal eşitlik gibi konular dinin ilgi alanı dışında değerlendirilmesi gereken salt 'dünyevi' meselelerdi ve İslâm'ın bu meseleler çevresindeki devrimci tavrı hiç de katlanılır gibi değildi. İslâm'ın getirdiği yeni ve ıslah edici değerler, onların yerleşik ticari teâmülleriyle kabilevi hiyerarşinin katı kurallarıyla varlıklı sınıfin hayatına egemen ahlâki başıboşlukla bağdaşmıyordu. Onların gözünde din, daha çok kişisel bir meseleydi ve davranışlardan çok tutumlarla ilgiliydi.
Sayfa 382
gerilesimizden
osmanli sultani, o güne kadar türk protokolunde gor görüyle viyana krali olarak hitap edilen, habsurg hükümdarına imparator olarak hitap etmeyi ilk kez kasım 1606da imzalanan , zitvatorak anlasmasi ile kabul etmis, ve az yada cok esitlik ilk olarak bu tarihte kurulmaya baslanmistir
Reklam
Din Âlimlerinin Özel Kıyafete İhtiyacı Var Mıdır?
Din adına olmasa da, ehl-i İslâm'ın âlimlerini oluşturan sınıf için özel bir giysiye ihtiyaç var mıdır, yok mudur? Mısır kâhinleri, Brahman zâhidleri, yahudi mollaları ve hristiyan ruhanilerinin başkalarından ayrı ve özel kıyafetler giydikleri malumdur. Brahman zâhidlerinin başlarında sarık, üstlerinde cübbe ve kaftan (çapan) şeklinde geniş bir elbise, boyunlarında ise tesbih olup, tesbih bulunmasa Buhara damlalarından farksız olurlardı. Ebü Yüsuf'un kendi zamanında, ulema ile avam sınıfını ayırmaya lüzum gördüğünü yukarıda söylemiştik. Her hâlükârda, İslâm âlimleri için özel bir giysiye ihtiyaç olup olmadığı, zaman, iklim ve ülkelerin şartlarına bağlı bir meseledir. Bunun için de, mutlaka gerek ya da gereksiz diye hükmetmek doğru olmaz. Hristiyanlarda Luther'e tâbi ruhaniler umumi kıyafetler giyerler ve başkalarından farkları olmaz. İbadetlerini görmek maksadıyla Kilisinors şehrinde kiliselerine girmiştik. Ruhanileri, üstünde sıradan elbiseler olduğu halde vaaz verdi ve ibadet ettirdi; ayrı bir kıyafet giymedi. İslâm dini eşitlik usulüne bina edildiğinden, ben kendim, ulemayı özel kıyafetlerle avamdan ayırma taraftarı değilim. Eğer ayırıma ihtiyaç varsa bunun maddi değil manevi olması; yani, âlimlerin, diğerlerinden güzel ahlak, iffer ve kalp temizliği ile ayrılması gerekir. Takva elbisesi daha hayırlıdır. (A'raf/26) Takvâ elbisesine bürünmemiş isen; Gömlek gömlek üstüne de giysen Çıplaksındır...
Sayfa 437-438
1,000 öğeden 901 ile 910 arasındakiler gösteriliyor.