Çolak Ali, kolu kesilirken bile, ağzına mendil doldurup, gık dememiş... bilir mi; inceden, yavaştan konuşmayı: 'Sahi be, ne getirdin kızın ölüsünü, gömseydin ya bir yerceğize.' demez mi?.. Artık bende can mı kaldı, soluğum kesildi; yüzlerine baktım kaldım. Neden sonra Çakır İsmail omuzlarımı kavrayıp, sarstı: 'Üzülme,' dedi, 'gömdük onu, duasını yaptık.'
Çolak Ali de, 'Duasını yaptık, toprağını suladım abe Hüseyin, tamamdır, meraklanma.' dedi. Bütün mesele duasını yapmak mıydı?.. Tamam, diyorsunuz. Toprağını da sulamışsınız! Ben ağzına su verdim senin. Dudakların kurumuş kalmıştı, yüzün beyaz lâle gibiydi, ay ışığı gelin telleri serpmişti yanaklarına, on beşinde var mıydın, daha mı küçüktün?.. Ne gördün, ne işittin bütün ömründe, umutların gelecek için değil miydi, hep gelecek için. Yavuklun
yoktu, yoktu biliyorum ben! Birini beklerdin. Dağdan gelecek birini... O ak boynuna sarı sarı altınlar takardım, ah çok inceydin, çok nazlıydın sen sarı kız. Kıyamazdım seni tarlaya yollamaya, hiç kıyamazdım sana. Hep ben çalışırdım, sabahtan akşama kadar çalışırdım. Çetecilerin, askerlerin, kimselerin Ulaşamayacağı bir yere ev yapardım, içinde oturur beni beklerdin.