2012 yılında okumuştum ilk defa..
"Hani bana deselerdi ki okunmasını önereceğin bir roman hakkın olsa ne önerirsin diye Nar Ağacı derim demiştim" bitirdiğimde..
Sonra dedim ki "Allah'ım bana okuduğumu unuttur da bi daha okuyayım..'İnsan nisyan ile malüldür' unutuyor. Konusunu unutmuyorsun ama olayları, diyalogları, altını çizdiğin cümleleri unutuyorsun..
Yine aynı heyecanla, aynı merakla, aynı kalp çarpıntısı, aynı hüzün, aynı acı, aynı hayret, aynı dünyadan kopuşla okudum birkaç gün içinde..
İki ayrı ırmağın kâh başını taşlara vura vura, kâh derin vadilerde sesinin yankısını duya duya, kâh upuzun ovaları derin bir sükunetle geçerek birbirini bulup kavuşması gibi bir kavuşma hikâyesi..
Tac-ı Süleyman, Tebriz, Tiflis, Bakü, Batum, Trabzon, İstanbul arasında gelip gidilen, gidip kalınan, çıkıp dönülmeyen bir yol var yürüyorsunuz..
1912-1917 yılları arasında Anadolu'nun ve hatta yakın coğrafyada yaşanan kaderin kara yazgısını içinizi oya oya okuyorsunuz..
Settarhan yoruluyor, Zehra yoruluyor ben de yoruluyorum peşlerinde...
İsmail'in heybesindeki 'Kırık Kafiye' gibi kırılıyor insanın kolu kanadı yaşanan onca acının içinde...
"Bul bakalım kafiyelerini: Âh."
İsmail bir çırpıda saydı: "Râh, ervâh, gâh, tecelligâh, agâh, nigâh, ikrah, iflâh..."
Biraz düşündü, ekledi:
"Günah da âh'la kafiyelidir. O da siyah'la, simsiyâhla, vâhla, eyvâhla. Lakin hepsi de Allah'la. Âh'tır kafiyelerin en güzeli.
"Sen öyle çağırmasan ben böyle gelmezdim.
Ben böyle çağırmasam sen öyle gelmezdin"