Yusuf sabırla hayat vermeye çalıştığı tulumunu bitirir. Bu ona az da olsa bir
huzur vermektedir. Dışarıda kar serpiştirmektedir. Annesi her zamanki gibi
kendi kendine söylenir.
ANNE: Kar çok kuru yağıyor. Zaten çok kestane vardı bu yıl... Çok
kar yağacağı belliydi... Belli ki çok yağacak.
Yusuf tulumun akordunu kontrol edip tam kenara koymak üzereyken annesi
seslenir.
ANNE: Gençken ne güzel çalardın, hadi biraz çalsana.
Yusuf çekinerek tulumu eline alıp çalmaya başlar. Anne oturduğu yerden kalkıp gelir, pencereden uzaklardaki tepelere yağan kara bakar uzun uzun. Önce sadece tulumdan yankılanan ağılın ezgisine yavaş yavaş diğer enstürmanlar da katılır. Bu müzikle beraber anne hâlâ pencereden dışarı bakmaktadır. Uzaktaki tepeyi ağır aksak tırmanan bir grup insan belirir aynı anda. Tepeye doğru siluet halinde cenaze alayı yürümektedir. Bir annenin oğluna yaktığı ağıt bu müzikle birlikte tüm vadide yankılanmaktadır. uzaktan da olsa cenaze alayındaki Gülefer Hanım, Mikail Asiye, Onur ve diğerleri tanınmaktadır. Görüntü kararır... Jenerik akmadan önce şu cümle belirir:
Her daim düşleri peşinde koşan sabırsızlık zamanının güzel çocuklarına...
Onur Saylak
Aralık 2003 - Aralık 2006
Hopa-Çamlıhemşin-İstanbul
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum
Ağaclar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Pırıl pırıl bir sonbahar günüydü, Boğaz eşsiz güzellikleriyle gözümün önünde uzayıp gidiyor ve kalbime dayanılmaz bir ayrılık ısdırabı iras ediyordu. Hatırıma Peygamber Aleyhisselatü Vesselâm'ın Mekke Şehri'nden ayrılırken bir tepeden ve son defa olarak doğup büyüdüğü o mukaddes beldeyi mübârek gözyaşlarıyla seyredişi ve o esnadaki sözleri geldi. O anda böyle bir ayrılık hadisesinin tevlid eylediği gerçek ısdırabı ben de lâyıkıyla tanımaktaydım. Acaba ben de o Alemlerin Efendisi gibi, et ve tırnak misali ısdıraplı bir ayrılışla koptuğum bu şehre bir gün zafer neşideleriyle dönebilecek miydim!? O gün kırksekiz yaşımın içindeydim. Allah ömür ve sağlık verip de böyle bir saadetli anı yaşamam kabil olabilecek miydi? Mekke'nin menhus putları gibi, beşyüz sene Hilâfet-i İslamiyye'nin makarrı olmak şerefine mazhar olmuş İstanbul'un putları da hâk ile yeksân olacak ve bu zeminde beni de bağrına basmak bahtiyarlığına erdirecek miydi?! Zihnim girdaplaşan sualler ve birbirini takibeden meçhullerin muammasında yanarken köprüyü geçmiş, Dünya'nın bu en güzel beldesi, mevsimlerin en güzelinde arkamızda kalmıştı.
Sayfa 91 - SEBİL YAYINEVİ / TÜRK - BULGAR GÜMRÜKLERİ ARASINDA HEYECANLI BEKLEYİŞ...Kitabı okudu
ben sana mecburum
ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum
ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
bu şehir o eski istanbul mudur
karanlıkta bulutlar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen