inanmak beyazı bilmekle başlar
habercinin kitabından müjdeler toplayarak
korkunun ve karanlığın üstüne
dökerek masalları, efsaneleri
arınmakla, yürümekle sevgilim
denizi arayan gözyaşlarını
silmekle başlar
"1310 Zelzelesi" olarak da bilinen 1894 İstanbul depremi sonrası halk arasında dolaşan söylenti depremin sebebinin "erbab-ı fesat" denilen ve II. Abdülhamit'in aleyhinde çalışan muhalifler olduğudur. Depremi onlar tertip etmiştir ve
amaçları padişahı devirmektir.
Sayfa 7 - Paradigma Akademi Basın Yayın Dağıtım 1. Baskı 2022Kitabı okuyacak
Doğu'da Seyahat, kısa Batı izlenimleriyle açılıp Syra'dan (suriye) İskenderiye'ye, Kahire'den İstanbul'a uzanıyor. Nerval, gezdiği yerlerin tarihi, toplumsal ve siyasal düzeni, gelenekleri, efsaneleri üstüne bilgi edinip saptamalar yapıyor; bu yeniliklerin, bu bilinmezlerin, kendi iç dünyasıyla çakıştığı yerlerde de şair kimliğini açığa vuruyor. Farklı toplumları dışarıdan değil, halkların içinden yansıtmaya özen gösteren, dostça bir mektup içtenliğiyle kurulan bu başyapıt, Batılı "seyahat düşüncesinde" bir kilometre taşı olma özelliğini hala koruyor, koruyacak. Binbir Gece Masalları havasında bir tanıklık Doğu'da Seyahat
Doğuya SeyahatGérard de Nerval · Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları · 19843 okunma
Bu soruya yazımızın başında Azerbaycanlı spikerin kendisini takip edenlere söylediği şu veciz cümlelerle cevap verelim: "Yer O'nun, gög O'nun; Allah (c.c.), özü bilir."
Kaynaklar: Ergün Veren, Anadolu Halk Takvimi, İstanbul,
2019; Ömer Kırmızı, Efsanelerin İcra Bağlamı ve İşlevleri/ Şanlıurfa Efsaneleri, Çanakkale, 2021; Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lûgati't-Türk, (Çev. Besim Atalay), Ankara, 2018; Aysun Vural, Alanya Halk Takvimi, Takvimsel Uygulamalar ve Halk Meteorolojisi, Akdeniz Üniversitesi, YL. Tezi, Antalya, 2020.
Enes
@enesbir
·
14 Ocak 11:23
Elinde bir çubukla, dünya haritası önünde yanılmaz diye kabul ettiği dijital araçlardan temin edilen iklim bilgisini aktaran meteoroloji mühendislerine mi itibar edeceğiz yoksa binlerce yılın...
KİLİT TAŞI
"Nasıl ki bir kemeri, köprüyü, kubbeyi ayakta tutan şey kilit taşıdır, toplumların, ailelerin kilit taşı da kadınlarıdır. Cesur, güçlü, azimli kadınlar... Kilit taşı olmazsa kemer, köprü çöker, kadın olmazsa toplum..."
Yoruma nereden başlayacağımı bilemiyorum. Öyle özenle yazılmış ki ben okumalara doyamadım. İçerisinde
Merhaba arkadaşlar, yeni bir kitap incelemesiyle geldim. Aslında bu serinin üç kitabını da dinledim. Ama en sevdiğim ikinci kitap olduğu için incelemeyi buna yapmak istedim.
Genelde İstanbul ile ilgili tüm kitapları seviyorum. Hiç görmemiş ve gitmemiş olsam bile, tarihin herhangi bir zamanında orada geçmiş ister efsane, ister fantastik, ister
İnanmak beyazı bilmekle başlar
habercinin kitabından
müjdeler toplayarak
korkunun ve karanlığın üstüne
dökerek masalları, efsaneleri
arınmakla, yürümekle sevgilim
denizi arayan gözyaşlarını
silmekle başlar.
Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk’un 2015 yılında yazdığı ve 2016 yılında yayımlanan Kırmızı Saçlı Kadın adlı romanı yine bir harikaydı Çok sevdiğim o muazzam edebi dili, gizemli konusu, her zamanki doğu batı karşılaştırması, efsaneleri, hikayeleri ve eski İstanbul manzaralarıyla tam bir Orhan Pamuk kitabıydı
Kahramanımız “küçük bey” Cem, eczacı
“Kökeni herhalde Bizans olan dramatik bir efsaneye göre, savaşı kazanan Türkler Ayasofya'ya geldiğinde patrik dua etmekteymiş. Güneyde, Ayasofya kitaplığı yönünde bir kapıyı çekip ortadan kaybolmuş. Bu kapı bir daha açılmamış. Kubbenin üstüne yeniden haç konduğunda açılacak ve o anda patrik de geri gelip yarım kalan duasını
bitirecekmiş.
Fetihle ilgili söylenti çoktur: örneğin, Fatih giriş kapısına eliyle vurmuş ve kapı kapanmaz hale gelmiş. Bu çeşitli "açılmayan" ya da "kapanmayan" kapı söylentileri dışında, bir de, kilisenin güneydoğu köşesindeki payede görülen, el izini andıran oyuk ve bazı başka çizikler hakkında da hikâyeler anlatılır: Fatih oraya eliyle vurmuş, atı da sütuna çifte atmış, hem elin, hem de nalın izleri kalmış vb.
Bunun gibi turistlere gösterilen, ilgi çekici bir ayrıntı da kuzey batı tarafındaki bir sütunda görülen, içine parmak sokulabilir boyda, içi nemli oyuktur. Bunun uğuruna ya da tedavi edici özeliklerine inanılır. Nemin açıklaması, taşın su emer cinsten olmasıdır herhalde.”
Ayşegül Yalvaç - Bir İstanbul Efsanesi
@antaresyayinevi
°
"Bu insan denen mahlûk her daim böyle olsaydı ya. O özel aklını, bedenini, bünyesini sanata, bilime adasaydı. O zaman belki de gezegen dünya, gezegenlerin efendisi olurdu. Fakat bu insan türü bir türlü insan olmanın hakkını veremez, doğa sakinlerinin huzurunu illaki
Bu son makalemde biraz da mehaz göstermek ve destanların tasnifi yolunda çalışacaklara bazı pratik maslahatlarda bulunmak isterim. Umum Türk mikyasında destanlarla uğraşmak bugün de epey güçtür. Çünkü bunlar edebî Türk lehçelerinden birine çevrilmiş ve istifadesi kabil bir şekle sokulmuş değildir. Bunları ya muhtelif ecnebi dillerde yazılan
– I –
Millî destanlar, tarihi vak’aları tasvirden ziyade milletin yüksek millî duygularını in’ikâs ettiren, tamamıyla ve yahut az çok tarihe müstenit bir ideal âlemi gösteren halk edebiyatı eserlerinden ibarettir. Millî destanlar (épopée) meselesini ciddi surette tetkik edenler Fransız (Roland), Alman (Nibelungen Lied), Rus ve Hintlilerin