Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
"İşte dostum, bu silahın bu da mermilerin. Burada tutacaksın nöbetini... alışılmışın dışında, diğer olacak her şey gibi. Bu nefret aşındıracaktı blokları ve sarsacaktı kör sadakatleri... bir silah, bir kurşun ve hınç!.."
-Neden ölüme bu kadar takmış durumdasın sence? •Ben olsam 'takmak' kelimesini kullanmazdım. -Sen ne derdin? •Takmak fiilinin yargılayıcı bir özelliği var, değil mi? Sanırım 'kararlı' kelimesi daha iyi betimliyor durumu. Periyodik tabloda, alttaki elementlerin en sevdiğim özelliği ne biliyor musun? Bazıları sadece saniyeden de
Reklam
Dünyada ne kadar çok ses var kâri, bir söz olamamış bir mana bulamamış ne kadar çok cümle var. Ve dilinin ucuna her geleni hiç düşünmeden söyleyen ne kadar çok insan. Herkes bunca kelamı neden ediyor, niye söylüyor ve neden bu kadar fazla konuşuyor diye düşündüğüm çok fazla vakit oluyor benim. Zira bazen söz silahtan çok daha fazla yaralıyor insanı. Ve geçmiyor o yaralar, iyileşmiyor. Hatta bazen o kurşuni sözler sadece muhatabını değil belki bir zümreyi, bir topluluğu, hatta bir milleti yaralıyor ve çoğu vakit bir söz yüzünden gözden düşüyor insanlar, gönül kırılıyor, uhuvvet bozuluyor. Belki de bizim imtihanımız söz iledir kâri, söylenmesi gerektiğinde söylenmeyen ve söylenmeyecek vakitlerde söylenen sözler ile. Bana çoğu vakit susmak daha anlamlı gelir konuşmaktan. Anlayan birini bulamadığın zaman susmak çok daha manalı ve çok daha faydalı, öyle olmalı. Bir de şu var ki içimizde olan her cümleyi söylemek konuşmak demek değildir. Cemil Meriç’in “Her akla geleni yazmak yazı yazmak demek değildir” dediği geliyor aklıma. Ve üstat doğru söylüyor. İşte aynı onun gibi her aklına geleni söyleyen de aslında bir şey söylemiş değildir. Söz ateştir kâri, yakar.
Fatih Duman
Fatih Duman
Elmasların nereden geldiğini bilir misin, evlat ? Karbon olarak başlar. Kömür gibi kararır, dünyadan kilometrelerce aşağıda yanar. Çok fazla baskı alır, cehennemden bile fazla ısıya maruz kalır. Milyarlarca yıl orada kalır, ta ki bir volkan onu yüzeye fışkırtına kadar. Bir elmas böyle oluşur işte.
Unuttum hissetmeyi kendime yenildiğim yerde. Giderek vazgeçtim herşeyden, Sevmekten ,sevilmekten . Ben ben değilim ki artık, Ne bileyim yenilgilere kucak, Gözyaşlarına sağanak açtım Ne bileyim kıyısızım, Sessizim,
Piyanist, İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan gerçek bir hikâyeyi konu alıyor. Fransa, Birleşik Krallık, Almanya ve Polonya ortak yapımı bir film. Polonya'lı ünlü piyanist Wladyslaw Szpilman'ın anılarını anlattığı aynı isimli kitaptan sinemaya uyarlanan film. Önceden az da olsa piyano çalabilen Adrien, "Piyanist" filminde oynayabilmek için 6 hafta boyunca günde 4'er saat piyano dersi almak zorunda kalıyor ve kendi çalıyor. Yaklaşık 2 buçuk saatlik uzun metrajlı bir film. Filmin 46. dakikasında bir kitaptan alıntı yapılan şu sözler oldukça dikkatimi çekiyor. "Bizi yaralarsanız kanamaz mıyız? Gıdıklarsanız gülmez miyiz? Zehirlerseniz ölmez miyiz? Ve zulmederseniz öç almaz mıyız?"
William Shakespeare
William Shakespeare
Peki şuan zalim israil, onlara zulmetmeyen Filistin'li masum çocuk ve kadınlardan mı öç almaya çalışıyor? Film başarılı ama yahudileri masummuş gibi gösterme çabaları oldukça anlamsız. Belki bir yıl önce izleseydim farklı yorumlayabilirim. Şuan o bir avuç yahudi halkının çoğalarak dünyaya hükmedişini ve hiç bir kuvvetin yaptığı soykırıma dur demeyişini izlemek beni son derece rahatsız ediyor. İşte bunun için saatlerce ağlayabilirim.
Reklam
📖 Günün Alıntısı 📖 🌟✨ Kitapların Sihirli Dünyasından 🌟✨ "Kelimelerin gücüne inanır mısınız? "Her kitap, okuyucunun hayatında yeni bir sayfa açar. İşte bugün sizin için seçtiğimiz, düşündüren bir alıntı..." Raphaël kendi kendinin içinde yıpranan bir iç düşünce üreticisi, bir hayalperestken, René bir doyumsuzdur. "Beni kararsız zevklerim ol- makla suçluyorlar," diye acıyla haykırır; "aynı hayalden uzun süre tat alamıyormuşum. Sanki hazlarımın süresini dert edinmiş gibi, onları bir an önce tüketmeye bakan bir düşlemin eline düşmüşüm. Erişe- bileceğim amacı hep geride bırakıyormuşum. Ben sadece görülme- yen ama hissedilen varlığı, peşimi bir türlü bırakmayan meçhul bir İyiliği arıyorum. Her yerde sınırlara çarpıyorsam, bitmiş olan şey be- nim için hiçbir değer taşımıyorsa, kusur bende mi? #KitapSihiri #OkumaAşkı #GününAlıntısı #Alıntı #KitapKurdu #OkumaZamanı
KIZ VE ERKEK EVLAT SEVGİDE MÜSÂVÎDİR
Anne-babalar sevgi ve şefkatte erkek ile kız, büyük ile küçük çocuğu bir tutmalıdır. Kız evladı doğduğunda erkek evladı doğduğundaki gibi sevinmelidir. Zîrâ Şûrâ Sûresi’nin 49. âyet-i kerîmesinde (meâlen) “Bütün göklerin ve yerin mülkü Allâh’ındır, dilediğini yaratır, dilediği kuluna kız ve dilediği kuluna erkek evlat ihsân eyler.” buyurulmuştur.  Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) Hazretleri: “Sakın kız evlatlardan yüz çevirmeyin! Zîrâ, ben de kız babasıyım.” buyurmuşlardır. Diğer bir hadîs-i şerîfte: “Allâhü Teâlâ kız çocukları olan babaya, hiç umulmadığı kadar rızık verir ve yaptığı her bir işte onu doğru yola sevk eder.” buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem): “Cenâb-ı Hak ve Feyyâz-ı Mutlak’tan beni zahmetsiz evlat ile rızıklandırmasını talep ettim. Beni kız evlat ile rızıklandırdı.” buyurmuştur. Kız evlâdı sevmemek, câhillerin çirkin bir âdetidir. Ümmet-i Muhammed’den olanlara, bu hâl yakışmaz. Zîrâ doğan ilk çocuğu kız olan kimsenin hâli mesûd, sözleri ve yaptıkları övülmeye lâyık olur. 
Karşıma ne kadar da çok vazgeçmek bırakmakla alakalı şey çıkıyor. Çok değil daha 50 yıl önceki edebiyat bile vazgeçilememezlik üzerine kuruluydu. Ne oldu da insanlar artık vazgeçmeyi bırakmayı terk etmeyi iyileşme denen tuhaf hali üstün gördü. Hatta başarılı olmayı burada bile görüyoruz. En kısa sürede bırakabilene, acısını çekmeden atlatma
Ah'lar Ağacı
Bir ilaç içsem bari diye düşündüm, Biraz kolonya sürünsem, Ferahlasam, pencereyi açsam. Şöyle bir şey yazdım sonra: Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde. Berbattı, Bir şiire böyle başlanmazdı.
Reklam
Aynanın İçinden
Akşam vakti bir temmuz ayında Leyla gibi dalgın dalgın sularda İlerliyordu sandal güneşli gökyüzü altında... Can kulağıyla dinleyen üç çocuk sokulmuş Etrafıma ve gözlerini dört açmış Pek bir hevesle, yalın bir masal dinleyeceklermiş... Lakin o güneşli gökyüzü çoktan sarardı soldu Eski günler unutuldu, yankılar bile söndü Ayazı bu sonbaharın, o temmuzu öldürdü. Sürekli aklımda bu kız, hayali hiç gitmiyor, Alice, gök kubbe altında hâlâ gezip dolaşıyor Ne yazık uyanık gözler onu görmüyor. Can kulağıyla, meraklı gözlerle, En güzel masalı henüz dinlemediler bile Latif çocuklar, sokularak sevgiyle. İşte böylece Harikalar Diyarı'nda uzanıp beklerler, Düş görürler geçip giderken günler, Düş görürken onlar yazlar sona erer: Ebediyen akıntıda sürüklenmektedir... Lame ışıltılar arasında ağır ağır takılır... Lakin hayat bir düşten başka nedir? ♤Lewis Carroll ♡Hüseyin Gündoğdu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.