Hani Sait Faik Abasıyanık diyor ya “Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”
İşte Agota’nın kendini yabancı bir ülkede var ettiği hayatın kısa özeti diyebilirim bu alıntı ile.
Her zaman okumaya olan merakı sonrasında yazmaya dönüşür, kimliğini adeta yeniden bulmasını sağlar.
Yazarın otobiyografik metni olan Okumaz Yazmaz kısacık, derin, hüzünlü bir anlatıma sahip.
Anne-babası ve iki erkek kardeşiyle Macaristan’da mutlu bir yaşam sürerken savaşın patlak vermesiyle bir kız yurduna verilir.
Orada zor, kısıtlı imkanlarla hayatını idame ettirmeye çalışırken aile üyelerinden dahi uzaktır artık. Yalnızca bir kez annesi ile bu fırsatı yakalar ancak onda da onun durumuna üzülüp, sormamasına karşın herhangi bir ihtiyacı olmadığını söyler annesine.
21 yaşına geldiğinde artık evli ve dört aylık bir kız çocuğu annesidir.
Sığınmacı olarak İsviçre’ye yerleşip, burada bir fabrikada çalışmaya başlarken adeta yeni doğmuş bir bebek gibidir.
Diline aşina olmadığı, kendini ifade edemediği, sevdiklerini, her şeyi geride bırakma süreci yıllar boyu zorluk çıkarır ona.
Ufak ufak, amatörlerce sergilenen oyunlar yazarak beğenilen eserler vermesi sonrasında onu roman yazmaya teşvik eder ve en iyi yayınevlerinden biriyle anlaşma yapmasını sağlar.
“Okuyorum. Hastalık gibi bir şey bu. Elime ne geçerse, gözüm neye değerse okuyorum: dergiler, okul kitapları, ilanlar, sokakta bulduğum kâğıt parçaları, yemek tarifleri, çocuk kitapları. Kâğıda basılmış ne varsa.”