Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Kadınlar öyledir işte, birinden hoşlanmaya başladılar mı hemen dünyanın en sevimli insanı gibi sunarlar onu size. Kuşkusuz önce böyle olduğuna kendilerini inandırırlar.
Zeynep daldı. Aynı anne babanın aynı şekilde yetiştirdiği iki kardeş... Ağabeyi ve kendisi... Nasıl olup da bu kadar farklı olmuşlardı? İkisi de ülkesini sevdiğini düşünüyor; ikisi de ahlaklı, doğru yolda ve dürüst olduğu kanaatinde. "Daha da ilginci, ikimiz de birbirimizin yolunun yanlış olduğundan eminiz," diye düşündü Zeynep. "Belki de Atatürk'ün tepeden indirerek ve uygun gördüğü biçimde dayattığı modernleşme aksak bir demokrasi yarattı. Şimdi Osmanlı'nın kalıntıları ve uzantıları ile bir asra yaklaşan Cumhuriyet, asla gerçekleşmemesi gereken ama bir kez yapılıp eşlerin öyle böyle dayandığı itiş kakış evliliklere dönüştü. İşte bana teklif ettikleri de aynısı... Ya da..." Düşündükçe aydınlanıyordu insan; ama yanlışını bularak ama fikirde derinleşerek... "Hep böyle sinsisiniz," diye düşündü, öfkelendi. "Önce güler yüzle, ılımlı ılımlı yanaşın, sonra elini vereni saldırgan bir sarmaşık gibi sarıp kapatın...
Sayfa 173 - Sözler: Şimdi ellerindedir Poseidon'un yabasıKitabı okudu
Reklam
Hayat bazen ,böyle kötü sürprizlerle bir şey öğretiyordu işte ;çok sevdiğin ,en sevdiğin insanla arandaki mesafe ,ansızın çıkıp gelen ölümle bir daha kapanmamak üzere sonsuza kadar açılabiliyordu .
Ailede her şey yolundaysa, Tanrı yardım ediyorsa, koca iyi bir insansa, karısını seviyor, üzerini titriyorsa, onun yanından bir an ayrılmak istemiyorsa... İşte böyle bir aile mutludur!
Kendimi en kötü hissettiğim anda başımı şöminenin yanına yaslarım. Derken aniden içimde bir arzu belirir- öldür kendini, o zaman biter neden yaşıyorsun ki -böyle bir hayat yaşamak korkaklık. Hem zaten öyle uzun yaşamayacaksın Haline bir bak, dünyada sürünüp duruyorsun şu sefil bedeninle -ilaçla kirlenmiş- Bu nöbetçi kırılganlığın yüzünden nöbet başında. Yaşamak bu değil kesinlikle. Aslında sadece bir an bu —ölüm benim gölgem— bu etin kokacağı bu parmağın sertleşip moraracağı fikri var ya işte ona katlanamıyorum. Ve hayat sana el sallıyor iki ay sonra yaz akşamları sahiden güzel olabilir belki bir yaz daha güneşli günler.
Sayfa 83 - *
Saat on olmuş. Hayat nasıl koşup gidiyor böylece anlıyoruz. Bir saat önce dokuzdu, bir saat sonra on bir olacak; Ve saatten saate olgunlaşıp duruyoruz, Saatten saate çürüyor çürüyoruz, Bu hikâye de böyle sürüp gidiyor işte.
Sayfa 42 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Aralık 2021 BaskısıKitabı okudu
Reklam
“Yüzmeyi bilmediğimiz yerde çırpınmamak, oluruna, gelişine bırakmak bizi hayatta tutacak tek eylemdir. Hayatında tam olarak böyle anları vardı işte, engel olamayan olaylar silsilesi içinde kaybettiyse yaşantımızı, buna engel olamıyorsa, kendi kararlarımızı kendimiz alamıyorsak ve çaresizsek çırpınmayacaktık. Hareketsiz kalıp olacak şeylere izin verecek ve hayatım bizi su üstüne çıkaracağı anı bekleyecektik. Çırpınmak, bizi boğar, cesedimi suyun derinliklerine gömerdi. Suyun üstünde gökyüzü vardı, kurtarılmayı beklemek ve gökyüzünü izlemek, uçan kuşlarla yaşadığını fark etmek ve kurtarılmayı beklemek. Elbette ki çirkin bir ölümden daha iyiydi.”
Çağın lanetlerinden biri: Problemin çözülmesi için başvurduğunuz yerde sizin problemli ilan edilmeniz... İşte, aşkta, okulda, ailede... Her yerde sizi hedefe koyuyorlar! O problem düzeltilirse kimbilir kaç insanın hayatı kolaylaşacak. Ama problemi değil onun çözülmesini talep edeni “Sorunlu tip, problemli tip" olarak lanse ediyorlar. Böyle böyle sindiriyorlar insanları.
Hikâyenin gücüne öyle inanırım ki, güzel anlatırsan herkes birbirini anlar. Ve anlayınca farkındalık, empati devreye girer. Bence birbirimizin hikâyelerini bilmeye ve anlamaya çok ihtiyacımız var. Belki de sevilmekten çok anlaşılmaya ihtiyacımız var. O zaman inanın dünya çok büyük değişecek. Yargısız, hoşgörülü, dayanışmalı, kısacası daha mutlu bir dünya olacak. Herkes birbirini ötekileştirdiği için işte böyle dünya.
Sayfa 109
İnanıyorum, evlatçığım. Ama, şu suların dibini görmemiz nasıl mümkün değilse, önümüzdeki saatlerin dibini görmemiz de o kadar imkansız. Şu suyun akışını durdurmamız ne kadar imkansızsa, bu saatlerin gidişini değiştirmemiz de öyle. İkisi de parmaklarımın arasından kayıp gidiyorlar... işte böyle!"
Reklam
"Sahi bre Ali, yaşamamız, ölmekten bu kadar korktuğumuz, yaşamak ne işe yarıyor? Uğruna bu kadar alçaldığımız, zulmettiğimiz, haram yediğimiz, insan öldürdüğümüz yaşamak ne işe yarıyor? Sonunda işte böyle ya bir kasabayı, ya da küçücük bir mezarlığı kokuyla dolduruyoruz. Vay babam, insan ölüsü de ne kadar kokarmış böyle, it leşinden de beter. Ben de böyle kokacak mıyım?"
"Hayat böyle bir şeydi işte; sadece inişler ve çıkışlar, ortası yok."
"Benim beynim böyle çalışıyordu işte: Her şeyi kurguluyordu."
Mustafa Kemal Paşa, lâmbasının ışığı altında kâğıtları karıştırır. Miralay İsmet Bey mütemadiyen dolaşır. Cami Bey dizinde kâğıtlarla konuşmak fırsatını beklerdi. İç işlerinde meseleler gittikçe çoğalıyordu. Her yarım saatte bir Hayati Bey gelir, telgraflar getirirdi. Bunların arasında şöyleleri vardı: “Ben Hilâfet Ordusu’nun yaklaştığını görüyorum. Halkın onlara iltihakından endişe ediyorum. Onlar girip telgraf tellerini kesmeden evvel emirlerinizi bekliyorum.” Bunlardan biri okunduktan sonra, Hayati Bey askerî selâm vererek: — Teller kesilmiştir, dedi. İşte, ihtilâlin manzaralarından biri. Diğer bir telgraf: “Ben kasabanın dışında muhabere merkezi tesis ettim. Kaymakam, Hilâfetçiler ile anlaşmak üzeredir. O, bir vatan hainidir.” Her gece, etrafımızdaki merkezler ve kasabalardan böyle telgraflar alırdık. Bu ihtilâl günlerinde zavallı ve fakir telgrafçıların cesaret ve vatanseverliklerini, yaptıkları hizmeti takdir etmemek imkân dışındadır. Bu durum, her gece şafak sökünceye kadar devam eder, hepimiz yorgunluktan bitkin bir hâle gelirdik. Mustafa Kemal Paşa’nın o günlerdeki kadar yorgun ve bazen de ümitsiz olduğunu görmüş değildim. Umumiyetle birkaç saat uyuyabilmek için sabahın erken saatlerinde aşağıya inerdik. Fakat, rahat uyumak da pek mümkün olmazdı. Çünkü, Hilâfet Ordusu mensuplarının ne zaman bizim yerimizi de basıp yatağımızda bizi boğazlayacaklarını tahmin edemiyorduk. Bu günlerde, bu vatan hainleri Bolu hastahanesinde yatan bazı subayları da yataklarından sürükleyip hastahanenin önünde kafalarını taşla ezmişlerdi.
Önceleyin
Önce bir ellerin vardı yalnızlığımla benim aramda Sonra birden kapılar açılıverdi ardına kadar Şarabın yanısıra felekte bir Cumartesi Gözlerin, onun ardından yüzün, dudakların Sonra her şey çıkıp geldi. Yeni çizilmiş gözlerinle namuslu, gerçek Bir korkusuzluk aldı yürüdü çevremizde Sen çıkardın utancını duvara astın Ben aldım masanın üstüne koydum kuralları Her şey işte böyle oldu önce
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.