İnsan şiddetten kurtulamaz. Kurtulursa evcilleşir. Yani doğallığını yitirir. Bu kesin bir mutsuzluktur. Ama insan başkalarına zarar vermeden bu şiddeti doyurabilir mi? İşte evrensel soru budur. Ve bu soru bir kez daha suç ile edebiyatı buluşturur. Çünkü suçu anlatan bütün büyük romanların altında aslında bu soru vardır.
Kendinle Gözgöze
Korkuda yürüyen gözlerle Endişeli bir alın, Ve avuç içine kaidelenmiş çene Aynıyla karşımda işte Yalnızlık bir çehre tutmuş, gülüyor. İnsanların insanlarda tutamadığını Bu çehre biriktiriyor. Saim PARILTI-2015
Reklam
İşte Tolstoy: bunu da alalım. Bu Dostoyevski’yi de. Neden hiç anlaşamamışlar acaba? Tolstoy gibi bir deha neden değerini anlayamamış Dostoyevski’nin? Ben ikisini de anlıyorum. Aynı devirde yaşadıkları halde hiç görüşmemişler. Hiç mi merak etmemişler birbirlerini? Nasıl kaçırmışlar bu fırsatı? Bir bilseydiler. Dostoyevski’nin kanında Yahudice bir şey var diyor Tolstoy. Ne yazık. Yazarlar birbirlerini değil de yazmayı seviyorlar galiba efendimiz.
Sayfa 578 - İletişimKitabı okudu
Nisan ayında bir sabah ağaçların dallarında tomurcuklar biter ve sararmış çimin üzerinde yeşil izler belirir. Nergisler ortaya çıkar, beyaz ve mavi anemonlar da. Sonra, sıcak hava tepelerdeki ağaçlarla oynaşır. Güneşli bayırlarda tomurcuklar patlar, orada burada vişne ağaçlarına çiçekler düşer. Ve eğer on altı yaşındaysanız tüm bu olanlar sizi etkiler, size bir iz bırakır, çünkü bu farkına vardığınız ilk ilkbahardır, tüm duyularınızla bunun ilkbahar olduğunu bilirsiniz, ve de sonuncusudur, çünkü sonradan göreceğiniz tüm ilkbaharlar buna kıyasla daha solgun görünecektir. Hele ki aşıksanız, işte o zaman... iş sadece tutunmaya bakar. Bütün mutluluğa tutunmak, bütün güzelliğe, her şeyin içinde barındırdığı tum geleceğe tutunmak.
Oysa, bu cahil kitapçılar hemen yanına yaklaşır, tüyler ürpertici kitap adları sayarlar. Kendi akıllarınca müşteriye yararlı olmak isterler. Ne gibi bir kitap istediğinizi sorarlar size: polisiye bir şey mi olsun, yoksa bir aşk romanı mı? Bazı kitapları insanın burnuna sokarak, bunların çok tutulduğunu, herkesin satın aldığını söyleyerek baskı yaparlar. Oysa bu okuyucular, kaçmak için küçük bir bahaneye bakarlar: uçup giderler hemen. Bu az bulunur kuşların çekingenliğini hep yanlış yorumlarlar aptal kitapçılar. İşte, derler, ne istediğini bilmeyen bir müşteri daha. “Aşkın Günahları”nı sattım gitti. Olmazsa, Gece Kokan Cinayet’i yuttururum. Bu “iyi” kitapları uzatmakla, zavallılara nasıl hakaret ettiklerini bilmezler. İnsan bazı kitapçıları kapıda görünce, onların bekleyişinden korkar da içeri adımını atamaz.
Sayfa 576 - İletişimKitabı okudu
Mutlu Prens
Ertesi sabah erkenden Belediye Başkanı, Belediye Meclisi üyeleriyle birlikte aşağıdaki alanda dolaşıyordu. Sütunun önünden geçerken başını kaldırıp yontuya baktı, "Vay, Mutlu Prens'e ne olmuş böyle?" dedi. Her zaman Belediye Başkanı'nın söylediklerine uygun söz söyleyen meclis üyesi de, "Sahi, ne kılığa girmiş?" diye haykırdı; ikisi de, bakmak için yontunun altlığına çıktılar. Başkan, "Kılıcının yakutu düşmüş, gözleri gitmiş, artık altınlığı da kalmamış; dilenciden biraz iyi durumda..." dedi. Üyeler de, "Ya, dilenciden biraz iyi durumda" dediler. Başkan, "İşte ayaklarının dibinde de bir kuş ölüsü!" diye sürdürdü konuşmasını, "Doğrusu kuşların burada ölmesine izin verilemeyeceği konusunda bir buyruk çıkarmalıyız." Belediye yazmanı bu düşünceyi hemen yazdı. Bunun üzerine Mutlu Prens'in yontusunu yıktılar. Üniversitede sanat profesörü, "Artık güzel olmadığına göre, yararlı da değildir," dedi. Sonra yontuyu fırında erittiler. Başkan, madenle ne yapmak gerektiğine bir karar vermek üzere meclisi topladı; "Elbette başka bir yontu yaptırmalıyız," dedi, "Bu da ancak benim kendi yontum olabilir." Meclis üyelerinin her biri, "Benim yontum, benim yontum!" diye kavgaya tutuştu. Son işittiğim zaman hâlâ kavga ediyorlardı.
Reklam
Hatırlarsınız belki o sahneyi. "Gönül Yarası" filminde Meltem Cumbul, sözlerini anlamadığı ama yüreğini titreten Kürtçe şarkıya ağlarken, "Abi bu türküye ağlamak için Kürtçe bilmek mi gerek?" diyordu. Aşk da öyle bir duygu işte... Anlayamaz, anlatamazsınız... Ağustos sıcağında üşümek, kış soğuğunda terlemek gibi...
Sayfa 126 - İkidünyaKitabı okuyor
"O gitti... işte bu kadar... o gitti..."
Sayfa 27 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor
Bundan daha önce, sana , "İnsan sözdür -" demişim: " Nasıl anlatsam bunu sana ?... Şu yolla mi: İşte, bak , sana bu sözü anlatmak için elimdeki,yine ,söz...
İnsan böyle bir şey nerede hangi yaşta olursa olsun kabuğunu kırıp içine baksan içi cılk yara. Yarasız, dertsiz, sırsız insan yok da işte kimisi üstünü iyi örtüyor ben de örttüm o kadar kapattım ki kendim bile sormadım kendime bir kere oturtupta kendimle Selami ile konuştuğum gibi konuşmadım sen niye böylesin Ethem gel otur konuşalım anlat içindekini anlat da rahatla demedim kendime. Sadece şikayet etmeyi bildim kendime kızmayı, Nurten'e kızmayı, anneme babama abime kardeşime çocuklara hayata kızmayı bildim kolayı çünkü bu kız küs ve somurt bir köşede kaçmayı daha kolay buldum her şeyden herkesten kaçmanın soluklanacak bir durağı var ama kendinden kaçamıyorsan durmadan kaçıyorsun durduğun dinlendiğin bir an bile olmuyor düşünce senedir yaptığım bundan başka bir şey değildi kendimi yarım hissediyordum yarım yamalak bu yarımlığı hatırlamamak için üstünü örtüyordum kendimin görünmez olana kadar.
Reklam
"İnsanlara bak ,genelde durum bu : Evde kimse yok.Bedeni burada ,bilinci derin bir uykuda ,zihnin elinde geçmişte ya da gelecek düşüncelerinde kayıp .Ve işte insan vaktini ne kadar çok oralarda , geçmiş ya da gelecekte geçirirse ; o kadar yok ,o kadar yaşamıyor ,o kadar boşlukta yuvarlanıyor ."
Her şey sende, senin içindedir..
Bir lamba kendi içinden yanıyor. Yani alev lambanın dışından gelmiyor onun içinden parlıyor. İçinde gazyağı olan lambanın yanabilmesi için yalnızca bir kibrite ihtiyaç var. İşte bu Eflatun'un tezekkür nazariyesidir.
Sayfa 82
bidat ashabı...
Bil ki hangi bidat ortaya çıkmışsa mutlaka kim bağırıp çağırıyorsa onun peşinden giden ve her rüzgarla farklı yere savrulan bayağı ve ahmak kimseler tarafından ortaya atılmıştır. Kimin durumu bu ise onun dini yoktur. Allah teberaka ve teala şöyle buyurmuştur: “Ancak kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki kıskançlıktan dolayı ayrılığa düştüler.” (Casiye 17) “Ancak kendilerinde ilim geldikten sonra aralarındaki kıskançlıktan dolayı fırkalara ayırıldılar.” (Şura 14) “Onun hakkında ancak onun kendilerie verildiği kimseler kendilerine açık delillerin gelmesinden sonra aralarındaki kıskançlıktan dolayı ayrılığa düştüler.” (Bakara 213) İşte bunlar kötü alimler, tamah ve bidat ashabıdır.
“Şüphesiz ki Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak va’detmiştir. Kimdir, sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.” (Tevbe, 9/111) Mesaj: 5. Müslüman, dini uğrunda her şeyini feda edebilmelidir. 6. Ömrümüzü ulvî gayeler peşinde harcamalıyız.
Cumhuriyetin İkinci Yüzyılı
Sanayide birinci devrim,su ve buhar gücünü kullanmaktı.Bu,”demir atı”yarattı,tren mesafeleri kısalttı,dünyanın hemen her yeri ulaşılabilir oldu. İkinci devrim elektriktir.Enerjinin gücü insanın tüm yaşamını değiştirdi.Seri. üretimi başlattı. Üçüncü devrim,elektronik-dijital çağ Her şeyi küçülttü,daha da hızlandırdı. İşte şimdi dördüncü devrimde,makinelere akıl yükleniyor. Bu hedefleri yakalamayı hedefimiz gerekiyor. Bu devrimi yakalamayı hedeflememiz gerekiyor. Biz teknolojiyi kullanma hızını aştık.Ama asıl olan üretme,yaratma yarışına katılmak.
Sayfa 30 - Bilgi yKitabı okuyor
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.