Bazı kitapları okumazsınız, yaşarsınız. Körlük’te tam olarak öyle bir kitap işte.. Öyle bir yolculuk ki bu önce trafikteki adamla birlikte, sonra doktor olup sebebini anlamaya çalışırken kör oluyorsunuz. Ve ardı arkası kesilmeden bir çok karakterle birlikte gerçekten hissediyorsunuz körlüğü. Hatta zaman zaman yitiriyorsunuz görme yetinizi. Bu garip bir körlük tam anlamıyla bir beyaz denize atıyor sizi. Doktorun karısı olup onca insanın arasında ‘görerek’ yaşıyorsunuz. Görebilmenin kimi zaman ne kadar can yakabileceğine şahitlik ediyorsunuz. Sizde onlarla o akıl hastanesinde karantinaya alınıyor, yaşam mücadelesi veriyorsunuz. Kimi zaman anlamlandıramadığınız kadar bencil ve gaddar olabileceğinizi hissediyorsunuz kimi zamansa ne kadar acınası varlıklar olduğunuzu. Özgürlüğünüze kavuştuğunuzda ise asla bıraktığınız gibi olmayan bir dünyayla karşılaşıyorsunuz. Karşılaşmak? Hala körsünüz ve dünya her zamankinden daha acımasız. Bütün umutlarınızı kaybettiğinizde ise tekrar görebilmenin hazzını yaşatıyor aynı dünya size.
İşte bu yolculuk sizi çok çirkin bir dünyanın kucağına bırakıyor aslında. Açlık, susuzluk, kavga, tecavüz.. bütün bunların körlükten kaynaklandığını düşünmek elbette saçma olacaktır. Aslında hergün bunların nicesini işitmiyor mu kulaklarımız? Görmüyor mu gözlerimiz? Bunlar karşısında kör yahut sağır olmak tercih değil midir? Bütün mesele o ahlak örtüsüne sığınmak yerine gerçekten ahlaklı bireyler olabilmek değil midir? Peki şimdi düşünün? Gerçek körlük göremedikleriniz mi yoksa görmezden geldikleriniz mi?