Bu esnada üst kattaki sofaya çıkmış bulunan memurlara, Âtıf Efendi kapısını açtığı odayı göstererek: "Kütüphanem işte burasıdır, buyurun" der ve onları tamamen serbest bırakmak arzusuyla, yanlarından çekilip yatak odasına girer.
Memurlar, girdikleri kütüphane odasında, tavanlara kadar dizilmiş kitap raflarını görünce, mal bulmuş mağribiye dönerek her tarafı araştırmaya koyulurlar.
Âtıf Efendi'nin yegâne serveti olan, yıllardan beri bin emek ve itina ile toplanmış olan kitaplar, memurların hoyrat ellerinde âdeta didik didik edilir. Yazıhanenin de üstü, gözleri, altı her tarafı aranarak, ele geçen küçücük bir kağıt parçası bile gasp edilir.
Bu esnada Âtıf Efendi, bir yandan yuvasının uğradığı bu baskınla perişan olarak bayılan kızını ayıltmak için uğraşırken, bir taraftan da hanımına, "misafir"lere kahve pişirmesini söylemeyi unutmaz. Hattâ hanımının, bu derece misafirperverliği fazla bularak: "Aman efendi, evimizi basanlara bir de kahve mi ikram edelim?" deyişine de yumuşak bir şekilde cevap vererek: "Zararı yok, onlar da emir kulu. Onlar da insan... Belki yorulmuşlardır. Birer yorgunluk kahvesi içsinler, sevaptır hanım..." der. Ve bu suretle pişirilen kahveyi kendi eliyle götürüp, evini bir eşkıya gibi basanlara, ikram etmek asaletini ve civanmertliğini göstermekten de çekinmez.
Sayfa 11 - islâmî medrese yayınları, ikibinondokuz - bindörtyüzkırk