Raymalı-aga kendi zamanında çok tanınmış bir cırav (yırcı), bir ozan idi. Daha küçük yaşta ün kazanmıştı. Tanrı vergisi bir yetenek ve kişiliğinin üç güzel özelliği sayesinde bozkırın en ünlü yırcısı, âşık ozanı olmuştu: Güftesini kendi yazar, bestesini kendi yapar ve güzel sesiyle bunları hem çalar, hem söylerdi. Dinleyenler ona hayran
ötüken yayınevi
"Bundan aylar önce, her şey gün gün kötüleşip de ben henüz daha da kötüye gideceğini bilmezken, bir gece delirdim. Şaka yapmıyorum gerçekten onun gibi bir şey oldu. Ağaç evdeydim. Bunaltıcı bir sıcağın ardından gece hiç beklenmedik bir fırtına çıktı. Birden kapkara bulutlar sardı her tarafı. Yağmur başladı ama nasıl şiddetli. Şimşek, gök
Sayfa 118Kitabı okudu
Reklam
Halledebilir miyim sence?” dedi. “Halledersin,” dedim, “hem ben seninle her yere gelirim”... İnandım kendime inanır mısın? Onu diyorum işte, kendine inanırsan da kurtulursun Osman. O günden beri kendime kendimin en kral arkadaşı muamelesi yapıyorum anlayacağın. Acıkınca canı ne isterse onu ısmarlıyorum, bunalınca çıkıp bir hava aldırıyorum, kafası bozuksa içmeye gidiyoruz beraber, ağlamaya başlarsa bir komiklik yapıp güldürüyorum filan. Çok eğleniyoruz biz. İnsan bir dertle boğuşurken hiç geçmezmiş gibi hissediyor ya, o gece, hava bunaltıcı bir sıcaktan şiddetli bir fırtınaya dönünce, işlerin de nasıl şak diye değiştiğini tüm hücrelerimle gördüm işte. Kendimi de şimşekler altında iyice gördüm. Bu yüzden gönül rahatlığıyla diyebilirim ki, valla iyi ki doğmuşum be Osman.
Kocakarı ile Ömer
Üstad-ı necibim Ali Ekrem Bey'e Yok ya Abbas'ı bilmeyen, kimdi?.. O sahabiyi dinleyin, şimdi: "Bir karanlık geceydi pek de ayaz..
İşte o gece bir güzel konuştum kendimle. Dedim, “Kızım olay nedir?” Dedi, “Böyle böyle.” Dedim, “Ne yapmayı düşünüyorsun, bu şekil durup üzülecek misin?” Dedi, “Bilmiyorum, başka yolu var mı?” “Var,” dedim, “var”, tane tane anlattım bütün yolları. Bir güzel dinledi. Önce hepsi zor geldi tabii, hepsi için belli bir efor gerekliydi, hiçbirine halim yokmuş gibi hissediyordum kendimi. Ama fizik yasaları dedim, entropi dedim, matematik dedim. Felsefe dedim, evrim dedim, denge dedim. Aklıma ne geldiyse sayıp döktüm ispatlamak için. Bilimi, tüm mızıldanmalarıma siper ettim. Epey etkileyici konuştum açıkçası. Yağmurun altındayım bir de böyle, ıslanmışım, şimşekler vuruyor yüzüme... Bir hoş oldu içim. Mümkün olsa kendimi kendi dudaklarımdan öpecektim. “Halledebilir miyim sence?” dedi. “Halledersin,” dedim, “hem ben seninle her yere gelirim”... İnandım kendime inanır mısın? Onu diyorum işte, kendine inanırsan da kurtulursun. O günden beri kendime kendimin en kral arkadaşı muamelesi yapıyorum anlayacağın. Acıkınca canı ne isterse onu ısmarlıyorum, bunalınca çıkıp bir hava aldırıyorum, kafası bozuksa içmeye gidiyoruz beraber, ağlamaya başlarsa bir komiklik yapıp güldürüyorum filan. Çok eğleniyoruz biz. İnsan bir dertle boğuşurken hiç geçmezmiş gibi hissediyor ya, o gece, hava bunaltıcı bir sıcaktan şiddetli bir fırtınaya dönünce, işlerin de nasıl şak diye değiştiğini tüm hücrelerimle gördüm işte. Kendimi de şimşekler altında iyice gördüm. Bu yüzden gönül rahatlığıyla diyebilirim ki, valla iyi ki doğmuşum be Osman.
• Fakat ona düşünme dediği için kendinden utandı, çünkü ellerinin soğukluğundan, yüreğinin çarpmasından onun tek bir şeyi düşündüğünü, o tek bir düşünce tarafından yönetildiğini biliyordu ve onu düşüncelerinden uzaklaştıracak bir mucizenin olmadığının da bilincindeydi. • Asla kararlı olmadım! Asla emin değildim. Hepsi bir yalandı, korkularımdan
Reklam
ROMEO Konuşuyor. Ey parlak melek, konuş yine! Sen göz kamaştıran bir parlaklık veriyorsun geceye; Cennetin kanatlı ulağısın başımın üstünde, Tıpkı ölümlülerin hayretle açılan gözlerine göründüğün gibi. Tembel bulutlara binip uçarken o havanın kucağında, Onu seyreden insanlar gibi hayranlıkla Öylece bakıyorum ben sana. JULİET Ah, Romeo,
Bundan aylar önce, her şey gün gün kötüleşip de ben henüz daha da kötüye gideceğini bilmezken, bir gece delirdim. Şaka yapmıyorum gerçekten onun gibi bir şey oldu. Ağaç evdeydim. Bunaltıcı bir sıcağın ardından gece hiç beklenmedik bir fırtına çıktı. Birden kapkara bulutlar sardı her tarafı. Yağmur başladı ama nasıl şiddetli. Şimşek, gök gürültüsü,
Raja’nın Oğlu, Prenses Labam’ı Nasıl Kazandı?
Ülkenin birinde bir Raja yaşardı. Tek evladı olan oğlu, her gün avlanmaya giderdi. Bir gün annesi Rani dedi ki: “Bu üç tarafta dilediğin gibi avlanabilirsin ama şu dördüncü tarafa sakın gitme.” Kadın böyle bir uyarıda bulundu çün- kü dördüncü tarafa gittiği takdirde oğlunun güzel Prenses Labam’ın varlığından haberdar olacağını, sonra da Prenses’i
İbrahim Fakazlı
İbrahim Fakazlı Demir parmaklıklı bir kapı gözüme ilişti. Etraf zifiri karanlık, bir de ne göreyim: Üstad. Hemen demirlerin arasından mübarek ellerine sarıldım ve öpmeye koyuldum: "İbrahim, kardeşim korkma! Hiç merak etme, korkma!" diye teselli ediyordu. Ağlayarak ayrılmak mecburiyetinde kaldım. Zira kapı tarafından çalışan düdükle
Sayfa 175 - Nesil Yayınları 1.baskı
Reklam
BİR MÜSLÜMAN, BİR YAHUDİ VE BİR HIRİSTİYAN’IN YOLCULUĞU
Bir Yahudi, bir Müslüman, bir de Hıristiyan, birlikte yolculuğa çıktılar; gidecekleri yere vardılar. Varlıklı bir kişi, sevap kazanmak için, bu yolculara sıcak ekmekle bir sahan bal helvası sundu. Yahudi ile Hıristiyan, oburluklarından mide fesadına uğradılar. Müslüman ise oruçluydu. Akşam namazı vaktinde Müslüman iyice acıkmıştı. Oburlar:
Sayfa 75 - Bordo Siyah YayınlarıKitabı okudu
Sabah. Saat daha yedi olmadığı halde Makar Kuzmiç Bliostkov’un berber dükkânı açık. Şık giyimli, ama üstü-başı kir içinde, henüz yüzünü bile yıkamamış bulunan, yirmi yaşlarındaki dükkân sahibi Makar sabah temizliği yapmakta. Aslında nereyi temizlediği de belli değil, gene de hayli terlemiş. Elindeki bezle bir yerleri siliyor, şuraya-buraya
Rivayet edildiğine göre Hâtemül Asam'a "Namazı nasıl kılarsın?" diye sormuşlar ve O da şöyle cevap vermiştir: "Namaz vakti geldiğinde iyi bir abdest alır, namaz kılacağım yere gelirim. Kaşlarımın arasında Kabe-i Muazzama, ayaklarımın altında sırat köprüsü, sağımda cennet, solumda cehennem, arkamda ölüm meleği Azrâil (a.s) varmış gibi kıyam edip ve bu namaz kılacağım son namazımmış gibi kabul ederek korku ve ümid arası bir ruh hali ile usulüne uygun bir tekbir alarak namaza dururum. Tecvid ile Kur'ân-ı Kerîm okur, tevazu içinde rükûa vararak huşu içinde secde ederim. Sonra sol ayağımın dışı yere gelecek şekilde oturur, sağ ayağımın da baş parmağını dikerim. Tüm bunlara ihlâs ilave ederim. Namazı bitirdiğimde ise kabul olup olmadığını bilemem."
Sayfa 66 - AGD Yayınları
Sufiler der ki, din başlı başına iki şeyden meydana gelir. Biri fakr yani hiç kimse, hiçbir şey, egosuzluk, tevazu kavramıdır. Fakr sözcüğü bunların tümünü kasteder. Temel nokta varoluştan ayrı olmadığındır. Ego olgusunu yaratan şey kendini varoluştan ayrı düşünmektir. Ve sana, “Ben biriyim” ve sonra “özel biriyim” diye düşündüren şey egodur.
47 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.