İnsan, belki organizma ve ten olarak diğer canlılardan pek farklı gözükmeyebilir, fakat insanın iç dünyası, bir "endişeler kumkuması"dır. Meşhur Şeyh Sadi-i Şirazi, insanın bu durumunu şöyle ifade eder:
"İnsan, yek katre hunest, hezar endişe."
(İnsan, içinde bin endişe taşıyan bir damla kandır).
Gerçekten de insanı insan yapan işte bu endişesidir. İnsan, yorulmak bilmez bir çırpınış içinde, sürekli olarak "güzeli", "iyiyi", "doğruyu", "Hakk"ı ve "hayrı" arar, bunların zıtlarını sevmez. Müşahedeler göstermektedir ki, insanlar "çirkini güzel", "kötüyü iyi", "yanlışı doğru", "bâtılı hak" ve "şerri hayır" sanabilir, lakin hiçbir insan "çirkini çirkin", "kötüyü kötü", "yanlışı yanlış", "bâtılı bâtıl" ve "şerri şer" bildiği müddetçe tercih etmez. Bütün tarihi boyunca insanın macerası budur.
Bütün mesele beşeriyete, "Hakk'ı hakk", "bâtılı bâtıl" olarak gösterebilmektedir. Bu ise çok zor bir iştir. Bütün insanları bu konuda bütünlüğe ve birliğe ulaştırmak için, pek çok emek sarf edilmiş, mukaddes kitaplar ve peygamberler gönderilmiştir. Hiç şüphesiz, sanıldığından daha fazla netice alınmakla birlikte, gerçek manada başarılı olmak mümkün olamamıştır. Oysa beşeriyet, bu konuda da yüce peygamberler silsilesine kulak vermek zorundadır. Yoksa dağılıp gider.