"Hissetmediğim şeyi yazamam" diyor yazar ve haklı. Çünkü okurken hissediyorsunuz yaşananları bu da gösteriyor ki yazan kişi de bunu sadece düşünceden ibaret kılmamış. Duyguyla harmanlamış, içine biraz acı katmış ve çokça da gözyaşı...
Samipaşazade Sezai, dönemi eleştiren ve Divan edebiyatına karşılık Batı edebiyatını savunan, Namık Kemal, Abdülhak Hamit Tarhan gibi isimlerden etkilenmiştir. O devirde bir fikir karışıklığına ve edebiyata dair yeniliğe yer verilmemesinden yakınarak, Paris'te döneme dair düşüncelerini eleştirel bir şekilde kaleme almıştır. Sergüzeşt'te, Türk edebiyatında romantizmden gerçekçiliğe geçişin bir örneği olmuştur.
Hikayemize gelirsek, bir Paşazade ve cariyenin aşkı anlatılıyor. Klasik bir aşk hikayesi gibi görünebilir, fakat kitap içinde esaretin verdiği ızdırap, çocukluk, insanlık dışı muamele ve yardımlaşma gibi konular da baskın şekilde karşımıza çıkıyor. Betimlemeler gayet güzel, duygu yoğunluğu da kıvamında, herhangi bir aşırılık yok keyifle okunacak bir kitap. Ama gel gelelim işin içinde aşk olunca peşi sıra acıyı da beraberinde getiriyor ve yine bir kavuşamama durumu söz konusu. Esaretinden kaçan Dilber, hürriyetini ölümle buluyor. Ne acı...
Sanırım artık kabullendim, aşk varsa bir yerde kavuşmak mümkün olmuyor!