Deryâ-yı Vahdet cuşa geldi,
kevn ile mekân hurûşa geldi.
Sırr-ı Ezel oldu âşikârâ;
Arif nice eylesin müdârâ?
Her zerrede Güneş oldu da zâhir;
Toprağa sucûd kıldı tâhir.
Yazar hayatın tüm koşullarında, bilinmezlik içinde yaşadığı ya da geçici bir ün kazandığı, tiranların demir kafeslerinde süründüğü ya da kendini özgürce ifade edebildiği dönemlerde, mesleğine yücelik kazandıran iki önemli vazifeyi üstlenmesi, yani hakikate ya da özgürlüğe hizmet etmek koşuluyla kendisini meşru kılma gücüne sahip, canlı bir topluluğun parçası olduğunu hissedebilir. Görevi imkan dahilindeki en fazla sayıda insanı bir araya getirmek olduğundan, yazar hükmettiği her alanda yalnızlığı besleyen yalana ve köleliğe karşı olmalıdır.
Herbir zîhayat, meselâ bu süslü çiçek ve şu tatlıcı sinek, öyle manidar, İlahî, manzum bir kasideciktir ki, hadsiz zîşuurlar onu kemal-i lezzetle mütalaa ederler.
Çok güzellikleri intac veya izhar eden bir çirkinlik dahi, dolayısıyla bir güzelliktir. Ve çok güzelliklerin görünmemesine ve gizlenmesine sebeb olan bir çirkinliğin yok olması, görünmemesi, yalnız bir değil, belki müteaddid defa çirkindir.