Bedensel Yaşantı
Bu tinsel boyuta uygun olarak, kişinin kendi bedeniyle ilişkisi de kişisel ve sosyal kimlik duygusunun oluşumda önemli bir rol oynar. Her zaman var olduğunu bilsek de, bu yaşantıya verilen değer ve dikkat farklı dönemlere ve kültürlere göre farklılık göstermiştir. Bu konuda, tutumların güncel ve açık gelişimi­ ne göz atmak gerekir. Gerçekten de bugün geleneksel değerlerin hedefinden sapmasıyla ortaya çıkan bir tür “bedencilik”ten, bedene dönüşte küçümsenemez kişise! tutunma noktasından, bahsedilebilir: Bedensel yaşantı, eski dönem­ lerde temel olarak kontrol ve hâkimiyet zorunluluğunun nesnesi olarak görülmüştür, oysa bugün bambaşka bir an­ lam kazanmıştır. Kişilerin bedenleri hakkındaki algı, his ve konuşmalarındaki bazı değişiklikler bu gelişimin en açık göstergesidir. Doğal konuşmalarda olduğu kadar sistema­tik mülakatlarda da kişiler önce bu konuyu ele almak ko­nusunda çekimser davranırlar; duyumsal dinlemeye ve kösnül hazza karşı gösterilen dikkatin fazlalaştığı gözlenir. Ayrıca, bedensel yaşantıyı daha değerli kılan varoluşçu tarz­ da konuşma geliştirme eğilimi de ortaya çıkar. Bedensel yaşantı, çaba ve rahatlama, sağlık ve hastalık, hijyen ve haz başlıkları altına gızlcnse de, bedenin ve ruhun birliğinden doğan his ve uyum; “kendiyle barışık olma" ideali, diğer kişiler ve doğayla meşgul ve temasta olma hali vurgulan­mıştır.
Sayfa 52
Kitle toplumculluğunda, katılım temel olarak bazı du­rumların ya da dış etkenlerin benzerliğine dayanırken, bu­rada kolektif bir uzlaşma anlamına kavuşmaktadır. Ortak normların gücüne birebir maruz kalınmaz, ama bu güç ka­ bul edilir, hatta onaylanır, bu normların bazı koşullarda kişisel olarak kullanılma esnekliği vardır: Kişi, topluluk­larda kendini aynı anda başkalarından farklı bir özne ve kutsallık gördüğü, uğruna fedakârlıklarda bulunduğu bir bütünlüğün üyesi olarak tanımlayabilir; “dayanışma”nın yerleştirildiği nokta da tam olarak budur, yalnızlık ve baskıcı yakınlığın tam ortası. Ancak hem anarşik hem de totaliter eğilimler söz konusu olabileceğinden bu dengeyi kur­mak ve muhafaza etmek oldukça zordur.
Sayfa 49
Reklam
G. Gurvitch’e göre “kitle” somut bir gruplaşma tipini de­ğil, toplumculluğun basit bir şeklini belirtir; başka bir deyişle kitle “birlikte olma”nın, kolektif bağı yaşamanın bir şekli olarak karşımıza çıkmaktadır. Gurvitch ayrıca “kitle” ile “topluluk”u (grubun en değişken şekli) birbirinden ayırır. Kitle kavramı, doğal olarak büyük sayılarda katılımcının varlığından ayrı düşünülemez, ama “mesafeli kitle” ile “bir­leşmiş kitle"yi birbirinden ayırmak gerekir. İlk durumla daha sık karşılaşırız: Hoşnutsuz, ekonomik anlamda zayıf, işsiz gibi sıfatlarla nitelendirilen ve durum ya da çıkarlarının benzerliği sebebiyle bir araya gelen bir kitle söz konusudur. Kısaca, bunlar yalnızca zaman zaman bir araya gelen “po­tansiyel halk”tır.
Sayfa 48
Sığınak-kişi
Sığınak-kişinin oldukça yaygın bir başka şekli de yalancı-ciddidir, Kierkegaard tarafından aydınlatılan bu kişi ken­ dini şişirilmiş ve titiz bir tutumla ifade eder; deneyimleriy­ le bu tutumu oluşturduğunu iddia eder, oysa gerçekte bu tutum hayata karşı duyulan şüpheyi, kişinin uyum ve dışa açılma konusundaki yetersizliğini gizler. Bu ciddiyet, duygu­ sal ya da cinsel kaygıların, sosyal ya da politik değişiklikle­ rin sebep olduğu iç ya da dış rahatsızlıkların baskın ihtima­ line karşı oluşturulan savunmadır... Bu ciddi kişi, tutucu ve nefsine hâkimdir, yapmak zorunda olduğu her şeyi dışa­ rıya bir erdemmiş gibi yansıtmaktadır!
Sayfa 45
İkiyüzlülüğün tanımı:
Kişilik, daha ikircikli işlevleri de yerine getirebilir ve görüntünün kesin olarak gerekli ya da olmak istenen varlığa taşındığı ikinci derece­ de bir uzlaşma oluşturabilir. Kişi bu durumda yapmacık ve pozitif bir görünümün ardına saklanmaya eğilimlidir. Amacı ya bu şekilde gözle görülür bir çıkar sağlamaya çalışmak ya da kendine (başkalarının fikirlerinden yarar­lanarak) iyi niyetli insan görünümü kazandırmaktır. ikiyüzlülüğün özü işte budur.
Sayfa 44 - Maske olarak kişilik
Sosyal Rol olarak kişilik
Bir kültürün katılımcısı ve bir grubun üyesi olarak her birey kolektif örneklerin etkisine maruz kalır (aynı anda baskı, derin etki ve çekicilik) ve açık ya da kapalı bazı normlara saygı duyar. Başkalarının önünde birçok durumda bizden beklenenlere bağlı olarak kendi imajımızı çizmek zorunda kalırız; gözle­rin üzerimizde olduğunu hissederiz; "Bana bakıyorlar, on­ları kesinlikle hayal kırıklığına uğratmamalıyımf” Bunu, sıklıkla sosyal rolümüz olduğunu düşündüğümüz örnek kişiliği benimseyerek yaparız. Bu rol seçilmiş olmak­tan çok zorla kabul ettirilmiştir, ama onu elimizden geldi­ğince iyi oynamaya çalışırız çünkü bu güvenliğimizi ve iki tarafın da onayladığı statu quo' yu garantiler. Gerçekte, "bu­ rada görünen kişi tamamen biz değilizdir, bu başkalarını o olduğumuz konusunda ikna etmeye çalıştığımız kişidir ya da başkalarının bizi o olduğumuz konusunda ikna etmeye çalıştığı kişidir..."
Sayfa 42
Reklam
Mead’e göre, insan egosu, davranışlardaki büyük çeşitli­liği anlama ve benimseme yeteneği sayesinde gelişir: “Bu çeşitlilik, kişi için bir nesnedir; ancak belirli bir sosyal bağ­lamda kendisine yönlendirilen tutumları benimser ve uygu­ larsa kişilik haline gelir.” Hareketler ve sözler, diğerleriyle birçok şeyi paylaşmasını sağlayan bir anlam (meaning) kaza­nır. Konuşmak, kendini ifade etmekten ibaret değildir, başka­larından gelecek cevapları öngörme, kendini kısmen onun yerine koyma yeteneğidir. Çocuk, konuşabildiğinin farkına vararak gerçek öznellik haline geçiş yapar, dili daha iyi öğren­dikçe, konuşma konusunda ustalık kazandıkça ve dinleyici sayısı arttıkça çocuk, kişiliğini oluşturur ve Mead’in ifade­ siyle kendini, oyun yoluyla Özdeşleştirdiği “genelleştirilmiş öteki” (l’autre généralisé) perspektifinde görmeye başlar. Bu süreçte, sosyal çerçeveler devreye girer: Kurallar, ör­ nekler, beklentiler; ancak bu perspektifte söz konusu olan salt baskı değildir, bu sosyal çerçeveler çocuğa rol yapma, ve doğal motivasyonlara uygun olarak kontrol ve düzenle­ me yeteneğini kazandırır.
G. H. Mead'e göre kişilik kazanma ve sosyalleşme - Çocuk kendi varlığının bilincine vardığı ölçüde, kendini diğerleriyle (yetişkinler, arkadaşlar) karşılaştırmaya ve gücünü onlar üzerinde denemeye başlar; ancak öte yan­dan oluşturduğu imaj, tutum ve çıkarlarının yönelimi ve bir normlar bütününe gösterdiği saygı açısından başkalarına aşırı bağımlılığı sürmektedir.
Sayfa 40
Sık sık aynı kişiye dair çelişkili, yani sevgi ve nefret karışımı duygular besleriz. Bu çelişkinin kaynağının çocuğun ilk hayat evrelerinden biriyle ilgili olması muhte- meldir, söz konusu evrelerde doyum halinden yoksunluk ha­ line geçiş agresif tepkiler uyandırır. Çocuk tarafından kuru­ lan ilk ilişkilerin, sevilen kişilerin kendisine aynı anda haz ve engellenme sağladığı bir zamanda oluşturulması daha son­ ra kurulacak tüm ilişkilerde etkisini gösterir.
Sayfa 34
Agresiflik ve Çelişik Duygulu Olma
Freud pozitif toplumculluğun keşfi dışında agresiflik ve çelişik duygululuk haliyle ilgili oluşturduğu önemli bir teoriyle de karşımıza çıkar. Freud, yaşam içgüdülerinin (Eros) karşısın­ da ölüm içgüdülerinin (Thanatos) bulunduğu düşüncesin­ dedir. Ölüm içgüdüleri agresif ve yıkıcı tutumlar yanında nefret duygularının da çıkış noktasıdır; bu duygular ya baş­ kalarına (sadizm) ya da kişinin kendisine (mazohizm) yön­ lendirilmiştir. Bu itkiler kendilerini hayatın ilk yılların­ dan itibaren göstermeye başlarlar, (iki ve üçüncü yıl arasın­ daki sadik-anal evre) Aslında salt itkinin gücüyle gerçekleş­tirilen hiçbir davranış yoktur; yalnızca uyumu ve normal olma halini oluşturan itkilerin karışımından bahsedilebi­lir; dengenin bozulması ilişkisel davranışları olumsuz etki­ler; cinsel agrcsyonun yetersizliği ya da fazlalığının erotik cinayetlere ya da sevgise! güçsüzlüğe sebep oluşu da bu man­ tıkla açıklanır.
Sayfa 32
Reklam
Freud ısrarla “Bireysel psikoloji en başından beri geniş ama ta­mamen doğrulanmış anlamda bir tür sosyal psikoloji olarak kendini gösterir," diye yazar
Sayfa 32
Freud, cinselliğin baskınlığından bahseder ve ilk çocukluktan itibaren nasıl ortaya çıktığını açıklarken, çocuğun ebeveynlerine karşı gösterdiği davranışlarda cinsiyet farklılıklarının.da göz öniindc bulundurulduğunu söylemeye çalışıyordu.
Sayfa 31
M. Sherif, ünlü bir deneyinde insanların birbirleri üze­rinde yarattığı etkinin, istenilen gerçeğe ulaşılmayacak, be­lirsiz durumlarda daha güçlü olacağını ilke olarak ileri sürmüştür. Bir odada toplanan kişilerden üzerinde farklı sayıda noktalar bulunan ekrandaki görüntülere bakmaları ve nokta sayısını yüksek sesle söylemeleri istenir. Noktalar sayılmayı zorlaştıracak kadar fazlalaşınca, kişilerin çevrele- rindekilerin cevaplarına daha duyarlı hale geleceği varsayıl­maktadır.
Sayfa 23
Bir başka deyişle, “sosyal psikoloji” başka bilimlere ait kaynaklara başvursa da (statü, rol, tu­ tum, güç...) psikolojidir. J. Stoetzel, aşağı yukarı aynı dö­ nemde sosyal psikolojiyi genel psikolojiden ayırt etmek için, nesnelerinin somut, açıklamalarının kapsamlı oluşunu vurguluyordu.
Sayfa 17
Amerika’da sosyal psikolojinin sayısız öncüleri arasın­ dan en önemlisi kuşkusuz ki G. M. Mead’dir. Mead, oyun ve zorla kabul ettirilen ya da önerilen rollerle gerçekleştirilen kişiliğin sosyalleştirilmesi konusu üzerinde yoğunlaşır; söz­ler ve hareketler ancak kişinin kendisi ve başkaları arasın­ daki kararsızlıkları, yani özdeşim ve taklit göz önünde bulun­ durulursa anlam kazanır; koşullar ve örnekler yalnızca baskı değildir, psişik kaynaklar için aynı zamanda bir uyarım nite­ liğindedir.
Sayfa 14
25 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.