Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
1950’li yıllarda ABD Kongresi’nde Marshall Planı çerçevesinde bazı üyeler komünizme karşı direnen Türkiye’ye yapılan yardımların artırılmasını ısrarla istiyorlardı. Bunları dinleyen dönemin Dışişleri Bakanı John Foster Dallas, üyelere hiçbir şey anlamadıklarını söyleyip bir örnek veriyordu. Bir kişi nehire balık avlamaya giderken oltasına bir yem koyar. Oltaya takılan balığa yeniden yem vermenin anlamı yoktur. Eğer balık oltadan kurtulmak isterse siz de çubuğu sallayarak balığın hem kurtulmasını önlersiniz, hem de boğazının parçalanmasına yardımcı olursunuz. Yok eğer balık uslu durup problem yaratmıyorsa siz de yaşaması için arada bir yem verebilirsiniz. İşte Türkiye bizim için oltaya takılan bir balıktır.Sürekli yem vermeye gerek yoktur. Türkiye bizden kurtulmak isterse olta ile boğazının parçalanmasını sağlarız. Yok eğer uslu durursa biz de ona yaşaması için gerekli olduğu ölçüde ve bizim çıkarlarımıza hizmet edecek şekilde yardımcı oluruz.
Şikayetçi Oldukları İçin İnsanlara Teşekkür Edin (?!)
“Başardı bir kuruluşun göstergesi, problemleri olup olmadığı değil, problemlerinin geçen seneninkilerin aynısı olup olmadığıdır.” - JOHN FOSTER DULLES
Sayfa 57 - BoynerKitabı okudu
Reklam
Türkler aziz değil fakat ortalama bir İngiliz, Amerikalı veya Fransız kadar ahlâklı. Bir Türk'ün birden fazla kadınla evli olması istisnadır. Açık saçık ve âmiyane sohbetlere sebep olan, haremdeki hanımlara gelince; Hıristiyan Avrupa şehirlerinin yüz karası olan rastgele cinsi münasebet düşkünlüğüne tercih edilebilir bir sistem bu. İlle de mukayese yapılması lazımsa, ortalama bir Müslüman'ın, ortalama bir Hıristiyan kadar ahlâklı olduğunu hiç çekinmeden söyleyebilirim.
Türkiye'de hiçbir erkek, amirinin veya denginin karşısında pal- tosunun düğmelerini açmıyor. Edepsizlikmiş... Bacak bacak üstüne atmak da hürmetsizlik... Bunu bana, ceketimin düğmelerini açık bı- raktığım ve bacak bacak üstüne attığım için sonradan tercümanım söyledi. Avrupalıların davranış tarzlarını bilen Vali de memurlarının yanında bacak bacak üstüne atarak itibarımı kurtardı. Otururken arkaya yaslanmak samimiyet işareti. Vali ve ben hariç, memurla- rın tamamı sandalyelerinin kenarına oturmuş, dizlerini bitiştirmiş, ayaklarını içe doğru döndürmüş, ellerini aşağı sarkıtmıştı; mütevazı gözlerle bakıyorlar, kendilerini iltifat edildiğinde kemerlerine, göğüslerine ve başlarına dokunuyorlardı.
Bulgar Çeteleri Lideri…
Bizim istediğimiz de aslında büyük bir katliam! Bu, ödemek zorunda olduğumuz bedel. Türkleri, Avrupa'nın müdahale etmesi gereken bir katliama kışkırtmalıyız.
Balkanlar'da anadiliniz, konuştuğunuz lisan, tâbiyetinizi belirleyen esas unsur değildir. Sizin ne olduğunuza, bağlı bulunduğunuz Kilise'ye bakılarak karar verilir.
Reklam
Balkan ahalisinin refahı için uğraşanların önündeki esas mesele, Türklerin idaresindeki yetersizliklere çare bulmak değil, birbirine rakip Hıristiyan mezhepler arasındaki şiddeti giderek artan iç savaşı kontrol altına alabilmekti. Bu mezheplerin taraftarları, birbirlerine karşı Türklerin yapmadığı kadar insanlık dışı ve gaddarca saldırılarda bulunuyor. Türklerse olan biteni bir kenarda tebessümle izliyor. Hıristiyanlar zaten birbirlerini vahşice katletmekteyken Türkler neden ellerini kirletsindi ki?
John Foster Fraser, tam da bu bahsettiğimiz dönemde (İngilizlerin Osmanlı’dan nefret etmeye başladığı) şekillenen zihin yapısıyla çok bariz bir Türk ve hatta İslâm düşmanıdır. Kendisinin hiç saklama, gizleme, üstünü örtme ve diplomatik dile dönüştürme çabası göstermediği bu düşmanlığı, elinizdeki eserin başından sonuna tüm satırlarında görülecektir. Dönemin hâkim dünya gücü olmalarının verdiği küstahlık ve rahatlık da tüm çıplaklığıyla sırıtmaktadır. Fraser eser boyunca Türk milletini ve Osmanlıları "Fesli şeytan, mel'un, pis kokan, beceriksiz, zâlim, kâtil, cahil, kötü..." gibisinden daha nice kötü sıfatla niteler. İçindeki hıncı gizlememiştir hiç…
Ya koleksiyon, bir yalanla başlamışsa :P
Temasın önemini gösteren örnekler arasından en sevdiğim ise yazar Jonathan Safran Foer'in boş sayfa koleksiyonudur. Foer koleksiyonuna, Isaac Bashevis Singer'ın eşyalarının arşivlenmesine yardımcı olan bir arkadaşının, Singer'ın kullanılmamış daktilo kağıdı destesinin en üst yaprağını kendisine göndermesiyle başlar. Foer, başka yazarlarla temasa geçerek, kullanacakları kağıtlardan en üstte olanı kendisine göndermelerini rica eder. Richard Powers, Susan Sontag, Paul Auster, David Foster Wallace, Zadie Smith, John Updike, Joyce Carol Oates ve daha birçok yazardan kağıtlar alır. Hatta Freud'un masasında bulunan kağıt destesinin en üstündeki kağıdı kendisine vermesi için Londra'daki Freud Müzesinin müdürünü ikna etmeyi başarır. Bu durum, en sıradan şeylerin bile (boş kağıtlar gibi!), onların geçmişlerini bilen kişiler için ne kadar değerli hale gelebileceklerinin kanıtıdır.
Sayfa 104
Drama #2
Serez'in Fransa, Selanik'in Rusya, Manastır'ın İtalya ve Üsküp'ün Avusturya tesir alanının merkezi olması gibi, Drama da Britanya'nın tesir alanının merkezi. Gerçi burası, istikrarsızlığın hüküm sürdüğü Makedonya'nın en sakin yeri olduğundan bu alanın öyle fazla ehemmiyeti yok.
Sayfa 142Kitabı okudu
Reklam
Drama
Makedonya'nın nerede başlayıp nerede bittiği muğlak. Fakat İstanbul'dan Selanik'e giderken küçük Drama kasabasında mola veriliyor. Drama'nın Makedonya'da olduğu biliniyor zira, jandarmanın ıslahına yardımcı olma ve Türklerle Hristiyanlar arasındaki kavgalara müdahale etme maksadıyla buraya Britanyalı subaylar yerleştirildi.
Sayfa 143Kitabı okudu
Günde 20-30 fincan kahve içen Türklerin bu kadar uyuşuk olmalarına şaşmamalı. Asırlar boyu haddinden fazla kahve içmişler. Doğan her Türk çocuğu, ebeveyninden düzgün çalışmayan bir karaciğer alıyor.
Sayfa 125 - Yazıldığı yıl 1902Kitabı okudu
“Başarılı bir kuruluşun göstergesi, problemleri olup olmadığı değil, problemlerinin geçen seneninkilerin aynısı olup olmadığıdır." - JOHN FOSTER DULLES”
Birçok Batılı düşünür, Batı uygarlığının çöküş belirtilerinin başgösterdiğinden söz etmiştir. Bunların her biri, konuya kendi özel bakış açısından bakıyor. İngiliz filozof Bertrand Russel diyor ki: "Gerçek şu ki, beyaz adamın önderlik ettiği çağın sonu gelmiştir. Böyle bir önderliğin sonsuza kadar sürmesi ise tabiatın kanunlarından değildir." Daha sonra da beyaz adamın elinde artık verecek hiçbir şeyinin kalmamış olmasını buna gerekçe olarak göstermektedir. Fransız ilim adamı Alexis Carrel da İnsan Denen Meçhul adlı eserinde Batı uygarlığının çöküşüne dair görüntülerden söz etmekte; sonra da buna, bu uygarlığın, kendisi için var edilmiş olduğu "insan"in tabiatina dair herhangi bir bilgi sahibi olmadan inşa edilmiş olmasını gerekçe göstermektedir. ABD'nin eski Dışişleri Bakanı John Foster Dulles da Savaş mı, Barış mı? adlı eserinde Batı uygarlığının iflas etmiş olduğundan söz etmekte ve bunu iman eksikliğine, insanların akıllarındaki şaşkınlığa ve ruhlanında var olan kendisini yiyip bitirmeye bağlamaktadır.
"Başarılı bir kuruluşun göstergesi, problemleri olıp olmadığı değil, problemlerinin geçen seneninkilerin aynısı olup olmadığıdır" - JOHN FOSTER DULLES
132 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.