Bu kuram Thomas Hobbes, John Locke ve Jean-Jacques Rousseau tarafından savunulmuştur. Bu yazarlar arasında biraz sonra kısaca göreceğimiz farklılıklar olmakla birlikte, hukukun kökeni ve oluşumu konusunda teorileri esas itibarıyla birbirine benzer.
Dili yorucu bir kitap, beklentimi açıkcası karşılamadı ama farklı konularda düşünmeme vesile olduğunu söyleyebilirim. Zaman zaman kişinin kendisinin anlama kabiliyetini sorgulamasına sebep olan yerler mevcut. Okuduğunuzu anlamak ve sindirmek, ardından hayatın farklı alanlarında kendinizin mevcut konuları nasıl ele aldığınızı düşünmek kitabın amacını yerine getirdiğini hissettirdi bana.
Kitabın son bölümlerinde bahsi geçen bir yer çok hoşuma gitti, bireylerin fiziksel olarak yorulacaklarını anladıkları (gereksiz bir yorulma durumu) anda buna engel olmaya meyilli yetiştikleri fakat aynı şey zihinsel bir süreç olunca düşünceleri gereksiz bir zincirleme durumundan kurtarmaya yeltenmediği üzerineydi.
Genel olarak davranışların, ilke olarak bizlere verilen yani öğretilen şeylerin değiştirilmesinin zorluğu fakat imkansız olmayışı üzerinde durulmuş. Kişinin kendini geliştirmeye ve anlamaya çaba göstermesi halinde ilerlemenin kaçınılmaz olduğu söylenmiş, ki ben de bu duruma katıldığımı söyleyebilirim. Tabii ki bireylerin doğuştan gelen kabiliyetleri de göz ardı edilmeden bu değerlendirilmeler yapıldığı takdirde.
Darwin 1838 yılında M başlıklı defterine şöyle yazıyordu: İnsanın kökeni artık kanıtlanmıştır. Babunları anlayan biri metafiziğe John Locke’ tan daha fazla katkı yapabilir.
John locke;İnsan beyni başlangıçta bir tabula rasa(boş levha)dır. Der ve açıklar yani zihnimizde doğuştan gelen bir fikrin olmadığı,zamanla edinilen deneyimler ve çevresel faktörler sayesinde fikirlerin şekillendiğini söyler.Kısmen doğru gelse de bu, tartışılan noktaların başında annelik içgüdüsü bulunuyor.
Gayet güzel bir kitap daha çok bilimsel tanımlamalarda bulunan bir kitap nedensellik gibi terimler sonsuzluk vb terimlerin bilimsel açıklayıcı yönünü gösteren güzel bir kitaptı sıkılmadan okudum ama bir kitap okurken ikincisinin arasına sıkıştırayım işte kısa kitap deyip geçilecek bir türden kitap değil anlatmanın için bir iki tekrar hatta üç tekrar yapmanız gereken bir kitap. Keyifli okumalar dilerim.
John LockeJean Didier · Pinhan Yayıncılık · 201917 okunma
eğitimin görevi, zaten söylemiş olduğum üzere, bence, onları herhangi bir bilimde yetkinleştirmek değil, kendilerini adadıkları zaman herhangi birinde en iyisini yapabilecekleri şekilde zihinlerini açmak ve hazır hale getirmektir.
Huzursuzluk, insanı faaliyete geçiren ve üretime sevk eden tek saiktir. Sevgi/aşk, mevcut bir şeyden ya da bir kimseden duyulan, yahut yoksun olduğumuz bir şeyden ya da bir kimseden hazır bulunduğu taktirde duyacak olduğumuz haz üzerine yapılan “ refleksiyon” dur.
17. yüzyılda, karısı âmâ* olan filozof William Molyneux, dostu John Locke'dan şu sorunun yanıtını bulmasını istemişti: "Doğuştan kör bir adamın, şimdi yetişkin olduğunu ve eliyle dokunmak suretiyle küreyi küpten ayırt edebildiğini varsayalım. Bu şahıs görme yeteneğini kazandıktan sonra, elleriyle dokunmadan hangisinin küp hangisinin küre olduğunu söyleyebilir mi?" Locke 1690'da yazdığı Concerning Human Understanding (İnsanın Anlama Yeteneği Üzerine) adlı denemesinde bu konuyu işler ve cevabın hayır olduğunu söyler. 1709'da, A New Theory of Vision'da (Yeni Bir Görme Kuramı) bu sorunu daha ayrıntılı inceleyen George Berkeley, dokunma dünyasıyla görme dünyası arasında organik bir bağlantı olmadığını, böyle bir bağlantının ancak deneyimle kurulabileceğini ileri sürdü.