Roman klasik Connelly tadında ilerleyen, Bosch karekteri ile okuyucusunu iyice bağdaştıran harika bir roman hatta heyecan serinin önceki kitaplarına göre biraz daha üst seviyelerde. Çünkü hem cinayet soruşturması devam ederken diğer taraftan da farklı bir daldan Bosch'un mahkemesi devam etmektedir, mahkeme sahnelerinde de Connelly ustalığını yine sonuna kadar konuşturmuştur. Connelly bu romanında alışık olduğumuz kelimeler ile oyunlarına bu sefer fazla bir şekilde yer vermiştir hatta özellikle Victoria Secret ile ilgili Bosch'un yaptığı espriye bayağı bir güldüm, bir başka örnek olarak ise doktorumuz John LOCKE, tabiki Lost dizisinde karşımıza çıkan bu isim çoğumuzun da bildiği gibi 1632 – 1704 tarihleri arasında yaşayan ünlü bir İngiliz filozofu. Romanı okurken katili buldum ama bu sefer katili bulabilelim diye Bosch bizlere çok yardım ediyor.
Aydınlanma geleneğinin “negatif özgürlük” kanadında yer alan liberalizme göre, serbesti ilkesi
ancak bireylerin fikir, ifade ve hareketlerinin dışarıdan müdahaleler (sonucu) kısıtlanmamasyla
mümkündür. Liberalizme göre bireylerin özgürlüğünü tehdit eden üç temel kaynak vardır:
1) mutlakıyetçi iktidar; 2) teokratik iktidar (din erki); 3)
Toplumsal sözleşme teorisi, insan doğasıyla ilgili asosyal görüşlere bağlı kalmayı sürdürse bile, 18. yüzyılın dünyevi toplum teorisinin de yolunu hazırlamıştı. Toplum artık, bir ölçüde, ilahi eylemin değil, insanın eyleminin ürünü olarak kavranmaktaydı. Üstelik toplumsal sözleşmeyi savunan yazarların hepsi Hobbes kadar kötümser değildi: Sözgelimi, John Locke (1632-1704), doğal koşulların daha ziyade barışı, iyi niyeti ve karşılıklı ilişkileri yansıttığını, toplumsal çatışmaların ve uzlaşmaz çıkarların ortaya çıkmasının ise özel mülkiyetin ve dolayısıyla toplumsal eşitsizliğin büyümesinden kaynaklandığını öne sürüyordu. Gerek Hobbes gerekse Locke, insan toplumunun dünyevi tarihsel doğasını kavrıyorlar, ama bu toplum görüşünü, toplum-öncesi, tarihaşırı bir insan doğasının temelini oluşturan bir kavramla (Hobbes için "egoizm", Locke için "sempati") özümsüyorlardı. 18. yüzyılda, Jean- Jacques Rousseau(1712-1778), Locke'un bir doğa durumunda varolan toplumsallaşabilir bir insanlık ile modern sivil toplumun kokuşmuş, egoist insanlığı şeklindeki ikiliğini; toplumun ve kültürün ürünü olarak insanlığa karşı, doğanın ürünü olarak insanlık ikiliği doğrultusunda geliştirmişti.
Aydınlanma ve Irkçılık: Zorunlu bir sentez?
Eğer "ırkçılık kuramlarının" öncülüğü denebilecek birşey varsa bu utanç verici “kuramcılık” çabaları John Locke (1632-1704), David Hume (1711-1776) ve Immanuel Kant (1724-1804) gibi felsefeciler tarafından başlatılmıştır. Yalnızca beyaz ırk dışındaki insanlığı değil, ama insana bilgi yetisini yadsımalarında genel olarak insanlığı küçük düşüren bu üç "kuşkucu" felsefeci aynı zamanda Aydınlanmanın da birincil adlarıdır. Ve Aydınlanma boşinanca karşıtlığının yanısıra ilerlemeden yana, özgürlükçü, eşitlikçi bir dünya görüşü olarak da kabul edilir. Ama eğer ilerlemeyi politik boyutunda düşünürsek, bu düşünürler — Fransız ortakları olan Voltaire ve Diderot ile birlikte — despotizmde dururlar. Özgürlük ile ve insan hakları ile anladıkları şey "evrensel" olmak yerine kuramlarında kendileri tarafından sergilendiği gibi sınırlıdır. Ve bu aynı zamanda onlara bir evrensel politik "eşitlik" kavramını yüklenmesine izin vermez.
Aydınlanma ve Irkçılık: Zorunlu bir sentez?
Eğer "ırkçılık kuramlarının" öncülüğü denebilecek birşey varsa bu utanç verici “kuramcılık” çabaları John Locke (1632-1704), David Hume (1711-1776) ve Immanuel Kant (1724-1804) gibi felsefeciler tarafından başlatılmıştır. Yalnızca beyaz ırk dışındaki insanlığı değil, ama insana bilgi yetisini