Karı kısmının tutkunlugunu toycuysan her zaman tavın da tutacaksın! .. Baktın serinliyor, kızıştıracaksın. Kızışurmanın yolları vardır. Üç gün ugramadın mı, dumanı tepesinden çıkar.
Çünkü sevdalı. Dördüncü gün kafayı iy i ce tütsüler damlarsın.
Surat bi karış ... Başına çeşitli bela gelmiş oluyor. Az kalsın adam vuruyormuşsun. "Deligi
“Onlar ka-tet’ti.Çok şeyden oluşan bir tek.”
Şu ana kadar seri içinde en sevdiğim kitabı bu oldu.Çünkü bu kitabında Roland’ın çoçukluğunda yaşadığı bir hikayeyi okuyoruz.Çok güzeldi.Bir o kadar da hüzünlü..Gözlerimin dolduğu sahneler oldu.Aşk,dostluk,intikam ve aksiyonun iç içe geçtiği bir kitaptı.Ve yazarın bunu dolu dolu yazmış olması..Hiç bitmesin istedim.
Büyücü ve Cam Küre de olaylar kaldığı yerden devam ediyor.Üçüncü kitap aşırı heyecanlı bir yerde bitmişti.(Peki yazarın bu kitabı 26 yılda yazması?Seriyi daha ilk çıktığı zamanlarda keşfedip okuyan insanları düşünemiyorum bile.İnsan çıldırır meraktan.) O heyecanlı yeri atlattıktan sonra Roland dostlarına geçmişinin bir bölümünü anlatmaya başlıyor.Bu kısım zaten kitabın en büyük yerini kaplıyor ve okurken o hikayeden kopmak istemiyorsunuz.İsimlerini sıkça okuduğumuz Cuthbert ve Alain ile Roland’ın bi kasabaya gelmeleri ve orada başlarına gelen olayları okuyorsunuz.Ve Roland’ın ilk aşkı Susan’ı.Sonunun ne kadar mutsuz biteceğini bilsem de bu kadarını beklemiyordum.Böyle hüzünlü bir son..Kalbim hala kırık.Hikayede yine bazı kehanetler ortaya çıktı ve şu anla bağlantılı bazı şeyler var.Ayrıca yine evren ve kule hakkında yeni bilgiler edindim.Hikaye git gide büyüyor ve o kadar detayı akılda tutmaya çalışmak yorucu olsa da okuması çok keyifli.Hiç ara vermeden diğer kitaba geçeceğim.
“Uzun günler ve tatlı geceler sizinle olsun.”
Roland Deschain
"Şimdi güzelim, seni ölene kadar kışkırtıp tahrik edeceğim," dedi Clay ve eliyle omuzlarından, seksi sırtına ve kalçalarına kadar bedenini okşadı. Başpar- maklarını onun vücudunda en sevdiği noktaya; bacak- larıyla poposunun birleştiği yere koyarak kalçalarını ayırdı. "Gördüğüm en mükemmel kıça sahipsin. Bu kıça yapabileceklerimi
Julia elini, Clay'in kolundan aşağıya doğru gezdir- di, dokunuşu elektrik gibiydi. "Hizmetimizi beğenece- ğinize dair bir his var içimde."
"Bu kulüpte dokunmaya izin veriyor musunuz madam? Herhangi bir kuralı yıkmak istemiyorum."
"Sadece belirli müşterilere," dedi Julia, sonra dön- dü ve diğer tarafa geçti. Bunu yaparken de tangalı po-
posundan muhteşem bir görüntü sundu Clay'e. O iç çamaşırını dişleriyle parçalamak için neler yapmazdı şimdi... Onu eğ, dizlerinin üzerine çök ve yırtılana kadar çek; o güzel, ıslak kadınlığını ortaya çıkar...
Hayal gücü çoktan son hızda çalışıyordu bile. Julia döndü, eğildi ve o harika saçlarını salladı; ıslak, kay- gan saç telleri bacağı boyunca sallandılar. Saçlarını arkaya atarak kafasını kaldırdığı zaman kalçalarını da ileri geri salladı.
Çok tahrik ediciydi.
O kadar tahrik ediciydi ki aleti havluyla çadır kur- muştu.
Julia, Clay'in ereksiyonuna göz attı, dudakları sinsi bir sırıtışa büründü. "Kulübümüzün sizi memnun etti- ğini görüyorum."
"Beni çok, ama çok memnun ediyor," dedi Clay.
"O zaman, sizin bundan daha fazla zevk almanıza nasıl yardımcı olabileceğimize bir bakalım." Ellerini ka- sıklarına bastırdı sonra da yukarı doğru hareket ettirdi.
Julia, Clay'in gömleğinin düğmeleri ile oynamaya başladı. Saklambaç gibi, bir göğsünü gösterip sonra kumaşın altında onu gizleyip diğerini gösteriyordu. Gömleği tamamen kapattı; sanki masummuş gibi. Sonra döndü, elleri şimdi dizlerindeydi ve o nefis poposunu şarkının nakaratı çalarken onun için sallamaya başladı.
" ji bo parîk nan keko
ji bo parîk nan
ketim..
ketim rêya dûr
ji ber ku
di zarokên min ên piçûk henin
ji bo wan ketim rêya dûr
ji ber ku ew hîn piçûkin
...
ji çavên day'ka xwe yî
ku xwedê qedera wê, bi teniya reş nivîsî...
ji ber ku ez neferê gelekî xizan bûm
ji ber ku bavê min xizan...
ketim...
di berîka bavê xwe yê feqîr da
du kaxet nîv bûm roje ke bêbext
ji dilê wî da bişkuvîm û ketim"
Şöyle ki, tüm duyular, zaman içinde algılanır, ancak sesin zamanla ilişkisi apayrı olup, kaydedilen diğer insan duyularının zamanla ilişkisine benzemez. Ses, ancak varlığını yitirirken işitilir. Yalnız yok olabilir değil, özünde geçicidir ve geçici niteliğiyle duyulur. Kalıcılık kelimesini söylerken -lık hecesine gelindiğinde ka- lıcı- heceleri çoktan yok olmuştur. Sesi durdurup sese hakim olmak mümkün değildir. Nitekim sesin akışı durdurulursa, sessizlikten başka bir şey kalmaz. Bütün duyular zaman içinde yer alsa da durdurulmaya, sabitleştirilmeye işitme kadar meydan okuyan ikinci bir duyu yoktur. Görme duyusu, hareketi olduğu kadar hareketsizliği de kaydeder. Hatta hareketsizliği daha iyi kaydeder, çünkü bir görüntüyü yakından incelemek için yavaşlamış olmasını yeğleriz. Bir hareketin aşamalarını görüp anlamak için, onu bir dizi dural fotoğrafa böleriz. Ses kaydınınsa dural çekimi yoktur. Osilogram sessizdir ve ses dünyasının dışında yer alır.
Honore de Balzac bu öyküsünde 19. yüzyıl insanını eleştiriyor. İnsanlık Komedyası eserinin felsefi inceleme bölümünde yer alan bu öyküde insan olmanın acıklı hikâyesi ele alınıyor. Kral’ın haznedarı olan
Efendi Cornelius’un kendinden çok değer verdiği hazinesinin çalınması
“Yanlış,” dedim kendi kendime, “İrlanda resmi bize uymaz.” Türk milletinin bilmem nesi itibariyle
değil, Müzeyyen itibariyle uymazdı. Bizim de buralarda kadınlarımız, icabında, ayıp, yasak, günah
üçgeninde sıkıştırılmış vaziyetteydiler ama, Müzeyyen bu üçgeni yırtmış, yırtarken kendi kendine bir
şeytan üçgeni yaratmış, arada bir, üçgenin kuyuya
Solon yine eski Yunan’da bir kanun koyucu (MÖ 640- 558). Adam, kadın bedeninin ticari mal haline gelmesinin kısa sürede büyük boyutlara ulaşması sonucu ilk genelevi açmak zorunda kalmış. Çünkü hem erkeklerin evli kadınlara ve genç kızlara saldırmadan seks dürtülerini giderebilmelerini sağlamak istemiş, hem de hayat kadınlarının korunması gerektiğine inanmış. Toplum için gerekli oldukları açık bir gerçek olmasına rağmen fahişeler yüzyıllardır parmakla gösterilmiş, her zaman her yerde dışlanmış, hep bir yerlere ka patılmışlar. Bu örnek, ikiyüzlülüğün her toplumda çok eskiden beri var olduğunun ilkel bir göstergesidir.
"Bu sessizlikler bir süre sonra hayatımda o kadar çok yer tutmaya başladı ki şiir yazmak için çarpışmam gereken o huzursuz edici gürültüyü artık duymaz oldum," dedi Ka.
Gene de dinlediği intihar hikâyelerinin hiçbirini ölümüne kadar aklından çıkaramadı. Hikâyelerdeki yoksulluk, çaresizlik, anlayışsızlık değildi Ka'yı bu kadar sarsan. Kızlarını sürekli döverek ezen, sokağa çıkmasına bile izin vermeyen ana babaların anlayışsızlığı, kıskanç kocaların baskısı ve parasızlık da değildi. Ka'yı asıl korkutan ve şaşırtan şey intiharların sıradan günlük hayatın içine, habersiz, törensiz, birdenbire girivermesiydi.
Hazret-i Ömer radıyallahu anh, Ka'bu'l-Ahbara şöyle diyor: "Ey Kâb! Bize biraz ölümün ahvâlinden söz etsen olmaz mı? O da: "Ey Mü'minlerin Emiri, olur." der ve ölümden söz etmeye başlar: "Ölüm, dikenleri çok olan bir dala benzer. O dal insanın içine girer ve her bir dikeni bir damara takılarak dışarı çıkar. Fakat, bu dal çıkarken öylesine şiddetli bir şekilde çıkar ki, adamın içinden beraberinde alacağını alır, kalan da kalır."