Zira Adem (a.s.) yasak ağacın başka bir ifadeyle aşk ağacının meyvesinden yemekle cennetten çıkarılıp dünyaya indirildi ki neslindeki yaradılışın mayası ve şifresi Hz. Muhammed (s.a.v.) gelsin diye.
Ne güzel söylemiş bir kutlu:
Tinet-i Adem'de konmasa ezel sevda-yı aşk
Cenneti bir daneye satmazdı ol dânâ-yı aşk
Evet,
Adem
Namazın sırrı, ruhunu ve özünü varlığının her zerresiyle Allah'a yöneltmendir. Nasıl ki yüzünü kıbleden başka bir tarafa çevirmen caiz değilse aynı şekilde kalbini namazda rabbinden başkasına çevirmen de yakışık almaz.
Namaz kilitli bir sandıktır. Sadece Allah'a yönelme ve gayrısından yüz çevirme anahtarıyla açılır. Sırlarını, sadece gayretini ve yönünü bir yapanlara verir. Dolu kap, içerisindekilerden bir şeyler boşalttığın zaman ancak ilaveyi kabul eder. Kalp de böyledir. Dünya tasalarıyla ve rızık yükleriyle doluyken ona namazın manalarını sokamazsın. Namaz vaktinde onu terk etmen müstesna. O zaman nur girer ve gönlün genişler.
Kabe'yi yüzünün ve bedeninin kıblesi, Kabe'nin rabbini de ruhunun ve kalbinin kıblesi yap. Namazda senin Allah'a yönelmene göre Allah'ın sana yönelmesi fazla veya eksik olur. Yüz çevirdiğinde Allah da senden yüz çevirir. Nasıl davranırsan öyle karşılık görürsün.
_Dinde zorlama yoktur. (Bakara 256) _Ama, kim İslamdan çıkıp başka bir dîn'e yönelirse sapkındır ve af yoktur. (İmran 90) _Çünkü, tek gerçek din islamdır. (İmran19) _İslam dışı tüm inançlar batıl ve sapkınlıktır.(Hadis) _İslam hakim gelene kadar kafirlerle savaşın.(Enfal39) _Kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır. (Saff 8)
_İslam = Arapçılıktır. Asimilasyonla inananı araplaştırır. Her müslüman halk, araplaşmaya mahkumdur. Kuran’ın kendisi, Araplar için Arapça olduğunu söyler.(Şura 7) İnsanın tüm yaşantısı, giyimi, yemesi, içmesi, gezmesi, eğlenmesi, sevmesi, düşünmesi ve inanması “çöl bedevîlerinin kabile kanunu” ölçütlerine göre ayarlanmaktadır. İslamlaşarak milli
Kibele'ye, Pessinus'ta bir kara göktaşı olarak tapılırdı. Kabe'nin merkezinde de çok kutsal bir diğer göktaşı, Hacer'ül esved vardır. Namaz kılınan yön ana kraliçe Kibele ismini fonetik olarak çağrıştıran Kıble sözcüğü ile isimlendirilir. Tanrıça Kibele'ye Arabistan'da Hubel (Kıble) denilirdi.
Yüzümüzün kiri, pası namaz anında temizlenir, ortaya çıkar.
Kâbe'nin siyah örtüsü bir aynanın sırrı gibidir. Oraya dönerken yüzümüzü göstermekle kalmaz gerçek yüzümüzle de tanışmış oluruz. Kâbe, Müslümanın aynasıdır.
Arafat, bir mârifet yeridir yani bir anlamda kişinin kendini tanıdığı, bildiği, kendi hâkikatinin sırrına erdiği, taşıdığı ilâhi emâneti idrak ettiği ve özündeki sırrı keşfettiği, fehmettiği bir irfan makâmıdır.
HER PEYGAMBERİN BİR SIRRI VARDIR, HZ. MUHAMMED'İN SIRRI DA FATIMA'DIR
O hem Zehra'ydı, hem Betül. Hem de Fatima'ydı. Her peygamberin içindeki sancısını, acısını ve sır dolu nefesini üflediği bir sır yareni vardı. Kiminin annesi, kiminin kardeşiydi sır perdesi. Hz. Dedemin sırrı da annem Fatima'ydı. Babasının gözdesi,
Tavafa önce Hacerü'l-esved selamlanarak başlanır ve Kâbe'nin çevresi 7 kez dönülerek tekrar Hacerü'l-esved'de son verilir. "Mekanik Zaman"ın aksine/tersi ne bir dönüştür bu. Çünkü "Kozmik Zaman" in dönüşü dâima başa/ilke "ezeli ân"a doğrudur. Sevgilinin "siyah duvaği" ancak onunla açılır. Yapılan her tavaf bu sırrı örten kesâfetin kaldırılmasını sağlar.
Tavaf Allah'ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuna ruhların; "Evet Rabbimizsin" deyişlerinin sesini duymak, ken dinden geçmek, Rabbine kavuşmaktır. Tavaf; dostun hâllerini görmek, lähut perdelerinden Hakk'ın sırlarını duymaktır. Tavaf; kendindeki varlıktan geçmek, mutlak yoklukta, zevalsiz, devamlı varlık tadını tatmaktır. Tavaf, dostun aşk vuruşları, darbeleri önünde başını top gibi yapıp, başsız ayaksız dosta koşmaktır. Tavaf, Yâkub'un derdini ve devâsını bilmek, Yûsuf a kavuşma kokusunu, Yusuf'un gömleğinden koklatmaktır. Tavaf, gönül gözlerini açmak ve kudsî nûrları görmektir. Tavaf; "Benim Allah ile öyle bir vaktim vardır ki, o vakitte ne Allah'a yakın bir melek, ne de bir peygamber aramıza girer" hadisinde buyrulduğu gibi bir sırdır. İşte meleğin bile sığmadığı o yere vasıtasız varmaktır.
"Dördüncü" anlamına gelen "Rabia" ismini taşı
yan bir öncü aslan geçti hicri ikinci asırdan. "Korku" ve
"Ürperme" kelimelerini telaffuz ederken muasırları, o
"İlahf Aşk" ve "İlahf Hoşnutluk" tan söz açtı. Ata b. Rabalı ve Zünniln el-Mısrl'nin soluk aldığı bir dünyada ya
şadı o ve dünyayı kötüleyen silfileri, "Ben dünyanın dört
bucağıyla kalp/erinize yerleştiğini görüyorum. Zira kalplerinizdeki en yakın şeye bakıp konuştunuz!" diye uyardı.
Her namazını, "Bu benim son namazımdır!" diye kıldı,
her omeunu "Bu benim son orucumdur," diye tuttu. Kabe
yolunda öyle yorgun düştü ki, Kabe'ye varmadan Kabe
ona vardı. "Nedir bu hal!" diye sordu İbrahim Edhem,
"Sırrı nedir bu iltifatın ?" "Ya İbrahim! Sen namaz ey/edin, ben niyaz eyledim!" dedi Rabia. Süfyan-ı Sevr! bir
gün, "Ah benim derdim, ah kederim!" dedi de dişi aslanın
söz pençesi ona da değdi: "Öyle diyeceğine, 'Ah yazık bana, ne az dertliyim,' de! Eğer gerçekten mahzun olsaydın,
bu kadar rahat nefes alabilir miydin!"
Eski Yunanlıların Parthenon tapınağını yapmalarından 2000 yıl kadar önce Eski Mısır'da Altın Oran ortaya çıkmıştır. Piramitler, mimaride Altın Oran'ın kullanıldığı ilk örneklerdir.
Altın Oran noktası Suudi Arabistan'da Mekke şehir sınırları içindeydi. Altın Oran noktasının Chandler hareketi (Kutup noktasının küçük helezonik hareketleri) nedeniyle daireler çizerek tavaf yönünde oluşu / hareket etmesi beni şok etmişti.