Öte yandan, çador giymek istemiyorum. Vurulan semerler içinde en aşağılayıcısı bu. Bir Nessos gömleği bile, yüzümü örtüp kimliğimi yok ederek beni eşyalaştıran bu uğursuz kılık kadar zedeleyemez onurumu. Burada en azından ben benim. Sefalet ve yıkım arasında bir yürüyüş uğruna adımdan, yüz çizgilerimden, gözlerimin renginden ve dudaklarımın biçiminden vazgeçmemi isteme benden; bir gölge bile değil, düşman bir dehlize salıverilmiş bir elbise hışırtısı olmamı isteme.
Ne karanlığa, ne gün ışığına, ne oturmaya ne de ayakta durmaya, ne ihtiyarlara ne de çocuklara, ne insanların bakışına ne de bana dokunmalarına tahammülüm var. Kendime zor tahammül ediyorum. Yoksa zincirlenmesi gereken bir deliye mi dönüşüyorum.
Kimse yağmurların mucizesine, ilkbaharın büyüsüne, özellikle de güzel bir yarının şafağına inanmıyor; insanlar çıldırdı; geceyle yüzleşmek uğruna gündüze sırt çevirdiler.
"Kabil'in kırlangıçları, gökyüzünde özgürce süzülen kuşlar değil, hapishane duvarları arasında kanatları kırılmış kırlangıçlara dönüşmüş. Ruhumda açılan yara, zaman geçse de kanamakta. Elim, renkli boya tüplerini kavrayacakken, çaresizce havada asılı kaldı. Ne resim yapma özgürlüğüm var ne de içimde coşkulu kıvılcımlar. Lakin kalbimdeki kırlangıçlar sonsuza dek umutla, özgürce süzülmeye devam edecekler. Varlığım bir toz bulutu, sert bir rüzgârda tozanlarına ayrışarak dağılıp gidecek bir toz bulutu."