Zihnimi düşünceler sardığı zaman kaçmak, her şeyi olduğu gibi bırakmak istiyordum.
AHMAKTAN KAÇIYORUM
Hazret-i Îsâ, sanki kendisini bir aslan kovalıyormuş gibi canhıraş bir şekilde kaçmaktadır. Adamın biri, bu hâle hayret ederek ardından koşar ve seslenir: “–Hayrola, ürkütülmüş bir kuş gibi çırpına çırpına niçin ve nereye kaçıyorsun? Arkanda kimse yok ki!” der. Îsâ -aleyhisselâm- o kadar hızlı koşmaktadır ki, acelesinden adamın suâline cevap
Reklam
kal de kalim gitmen gerek ama gitme de gitme demek çok zor tabi gitme desen kalamam zaten hep bu zatenler keşkeler bitirdi onca aşığı en güzeli sessizlik bazen konuşmaktan çok daha fazla şey anlatır kaçmak neyi çözecek ki ben kaçmıyorum ki tamam kaçıyorum ama mecburum bari sen anla beni kimse anlamıyor sen anla yok yani olmuyo-gitmem gerek. benim babamdan uzaklaşmam gerek. burada bi hayatım yok. aşık olamıyorum. sevemiyorum.bağlanamıyorum. hayatımda sadece acı var.korku var nefret var...güçlü görünüyorum dimi?güçlü falan değilim ben.güçlü de olmak istemiyorum- ben- güçsüz olmak istiyorum ama mutlu olmak istiyorum. işte o da burda mümkün değil. hayatım boyunca kendime yalanlar söyledim.olmadığım biri gibi göründüm.bir şey söyle....
Sinirlenince aglayan bir insan oldugum için kendime kiziyordum. Bagiranlardan olmak isterdim. Bagiranlar, aglayanlardan çok daha iyiydi. Donup kaldigim için kendimden tiksiniyordum. Bana elini sürmeye hakki yoktu ve ben onu durdurmak adina hiç bir sey yapmamistim. Kelimeler, o çocuk için yeterli görünmüyordu. Ancak aletini tekmelemek ya da eline vurmak yerine, her zaman yaptigim gibi çenemi kapali tutmustum. Korkak olmanin bir isime yaramadigini ve karsilik vermemenin de bir seçenek olmadigin simdiye kadar ögrenmis olmam gerekirdi. Az önceki gibi durumlarda, bir karsilk vermek zorundaydim. Korkunun beni ele gecirmesine izin vermeyi bırakmam gerekiyordu. Kendimi savunma hakkim vardi. Kendimi savunmam, ortaligi karistirdigim anlamina gelmiyordu. Bunu biliyordum ama sorun şuydu ki; bir yüzlesme ya da kriz durumunda bedenim ve zihnim hep ayn incinmis içgüdüyle tepki vere- rek donup kaliyordu. Insanlar savas ya da kaç içgüdüsünden bahsediyordu. Bende ikisi de yoktu. Savasmak ya da kaçmak yerine donup kalyordum. Her lanet olayda böyle oluyordu.
Bahar en realist tanımıyla karşımızda (offfff harikaydı)
Peki ama doktor,sizce ben baharı neden bu kadar depresif buluyorum?Tüm gücüyle üzerimize geldiği ve kendini dayattığı için mi?Onu görmezden gelmek için,ondan kaçmak için elimizden hiçbir şey gelmediğinden mi?Hakikaten de verdiği his kaçırılmak gibi bir şey,ya da hayır,tecavüze uğramak gibi.Belkide depresif buluyorum,çünkü yaşlandığımızın ve ölüme yaklaştığımızın bu kadar şiddetle farkındayken,bahar yüzünden yaşam,doğum ve gençliği temsil eden her şeyle yüzleşmek zorunda kalıyoruz.Baharın yaşamla olan kaçınılmaz ilişkisi yüzünden,insan onun mutlak tezatı olan şeyden,yaşlılıktan kaçamaz.
"Bugün, Osmanlı İmparatorluğundan, maalesef bize hâlâ o kötü terbiye: Siyasetten kaçmak, hakkını aramamak gerektiği gibi kötü adetler hâlâ intikal etmiş bulunuyor. Ve biz hâlâ memleketin idaresini yalnız birkaç büyük bezirganın yapabileceğini zannediyoruz."
Reklam
Kendilerini derecesiz bir zekâ ve kabiliyete sahip sayan arkadaşların arasında, mukaddes ve mağrur bir aptallığa sırtımı vererek yaşıyor ve sırf bununla mühim bir şey yaptığımı sanıyordum. Ne gayem, ne düşüncem vardı. Zekâm bütün kuvvetini, içinde bulunduğu âna sarf ediyordu. Yerinde bir cevap, keskin bir nükte bütün hakikatlere bedeldi. Böyle günübirlik bir fikir hayatının tabii bir neticesi olarak tezatlara, manasızlıklara, hatta edepsizliklere düşüyordum. İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum; müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var...
Sayfa 249Kitabı okudu
Dandanakan Savaşı ve Selçukluların Müstakil Devlet Oluşunun İlanı
Sultan Mesud, Selçuklulara karşı muazzam bir ordu ha. zrlamışnı. Yüz bin kişilik bir ordu 300 fil ile desteklenmişçi. Gazneliler savaşın Nişabur önlerinde olmasını planlamıştı Ancak yakın zamanda yapılan Serahs Savaşı'nda burası tahrip edildiği için ordunun burada barınması uygun değildi. Hal, şehri boşaltmış, ayrıca su problemi de vardı.
İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum. Buna içimdeki şeytan diyordum. Müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması. İçimizdeki şeytan pek de kurnazcq olmayan bir kaçamak yolu. İçimizde şeytan yok. İçimizde acizlik var, tembellik var. İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var. Hiçbir şey üzerinde düşünmeye, bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.
“Kaçmak demeyelim istersen, Yunus, evladım, hayata tutunmak diyelim. Çünkü her kaçışın hasret gibi, gurbet gibi, firkat gibi acıları, terk etmek, gözden çıkarmak, vazgeçmek gibi fedakarlıkları vardır.
Reklam
"Bazı nevrotikler, aşktan-evlilikten kaçmak için, yenilgiden kaçışa üstünlük amacı gibi bakar."
Dünya sevgisi taşıyan kalp ile Allah arasında perde vardır
Ey evlat! Şiârın sessizlik olmalı. Varlığına hâkim olarak sükûtu, libas gibi giymelisin. Bütün arzun, halkın şerlilerinden kaçmak olmalı. Hatta bütün yaratılanları bırakmalısın. Bu hâli kazanmak için yere sığınak eşip girmek gerekirse yap. Ve orada gizlen. Hatta bunu âdet edin. Tâ ki, imanın ölmesin, îkan halin -tam imanın- kuvvet bulsun.
Yola çıkmak istiyorum sizinle, sizinle yola çıkmak! Hepinizle birlikte, Gittiğiniz her yere! Yüz yüze gelmek istiyorum karşılaştığınız tehlikelerle, Yüzümde hissetmek yüzlerinizi buruşturan rüzgarı, Dudaklarınızı öpen deniz tuzunu ufalamak, El vermek çabanıza, fırtınalarınızı paylaşmak, Sonunda sizin gibi o olağanüstü limanlara ulaşmak!
Kaçmak, bazen de kendine acımayla başlar. İnsan kendini kendi gibi hissetmediğinde ya da tam olarak öyle hissettiğinde kaçmak ister. Korktuğundan, öfkelendiğinden, üzüldüğünden ve belki de suçlu hissettiğinden… O an, önemli değildir hangi duygunun vücudunu esir aldığını. Önemli olan sadece kaçmaktır.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.