İnsan şehirde kalabalık içinde yalnız olabilirdi ve şehri şehir yapan şey de zaten kalabalık içinde insanın kafasındaki tuhaflığı saklayabilme imkânıydı.
"Aşkta insanın niyeti mi daha önemlidir, kısmeti mi?"
Mutluluk veya mutsuzluğumuz bizim seçimlerimize mi bağlıdır, yoksa bizim dışımızda mı gelişip başımıza gelirler??
Orhan Pamuk'un önceki romanlarına göre anlatımı daha sade ve sürükleyici son derece rahat okunuyor. Bunda anlatılan dönemin ve mekanların bilinmesinin de rolü olabilir. Bozacı Mevlüt ile birlikte 60'lardan günümüze İstanbul sokaklarını dolaşarak İstanbul özelinde ülkemizde ve toplumumuzda yaşanan değişime tanıklık ediyorsunuz. Yakın dönem anlatıldığı için anılara yolculuk ve yaşanmışlıkların fotoğrafı çekiliyor. Kitap kapağı çok güzel. Yazar olayları kitaptaki kahramanların ağzından anlatmış, bu da anlatıma hareketlilik sağlamış.
Bazı arabalar, koskoca ve yusyuvarlak lambaları sayesinde (Dodge,1956) gözlerini kocaman açmış ihtiyar adamlara; bazıları önlerindeki ızgara yüzünden (Plymouth,1957) kalın üst dudaklı fırça bıyıklı adamlara; bazıları kötü kötü gülerken ağızları taş kestiği için sayısız küçük dişi gözüken aksi kadınlara (Opel record, 1961) benziyordu. Mevlüt uzun burunlu kamyonları iri kurt köpeklerine; homurdana homurdana ilerleyen Skoda marka belediye otobüslerini dört ayağı üzerinde yürüyen ayılara benzetti.
Okuduğum ilk Orhan Pamuk kitabı. Nasıl anlatayım bilemiyorum bu kitabı... Öncelikle sondaki sözümü başta söyleyeyim, kitap mükemmel. Evet mükemmel kavramının içini dolduran bir kitap. Kitabı öykü, siyasi tespitler, psikolojik betimlemeler ve yazarın dili açısından 4 şekilde irdelemek isterim.
İlk olarak kitap basit bir bozacının kız kaçırma
Mevlut mezarın başında Fatiha okumaya başladıktan bir süre sonra anlamını zaten tam bilmediği kelimeleri birbirine karıştırır, bazısını atlar, önemli olanın dua etme niyeti olduğunu düşünerek yatıştırırdı kendini.