ÖYLE BİR HİKÂYE Sinemadan çıktığım zaman yağmur yine başlamıştı. Ne yapacağım? Küfrettim. Ana avrat küfrettim. Canım bir yürümek istiyordu ki... Şoförün biri: – Atikali, Atikali! diye bağırdı. Gider miyim Atikali'ye gecenin bu saatinde, giderim. Atladım şoförün yanına. Dere tepe düz gittik. Otomobilin buğulu, damlalı camlarında kırmızı,
Babam kafası kıyak olduğunda şarkı söyleyebilen tek aile ferdi değildi. Annem ve ablalarım da söyleyebiliyorlardı. Jean eve Chuck Berry ve Elvis Presley plaklarıyla gelirdi ve herkes bu şarkıları ezberler, küçük cumartesi gecesi aile şovları düzenlerlerdi. Kız kardeşlerim, Everly Brothers'ın şarkılarından bazılarını ezberlemişti bile. İlk performansım, ailecek salonda otururken gerçekleşti. Cliff Richards'ın, radyodan duyduğum Living Doll isimli şarkısını söylemiştim. Kırk yıl düşünsem şarkıcı olacağım aklıma gelmezdi. Bunun mümkün olabileceğini sanmazdım. Bildiğim kadarıyla para kazanabilmenin tek yolu, Aston'daki herkesin yaptığı gibi fabrikada çalışmaktı. Ya da banka soymak. Bu da olasılıklardan biriydi.
Sayfa 28 - Pegasus YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Kafamız kıyak bizim, evin suçu yok :D
Ben eve kafa bi dünya dönmüştüm bir gün. Ben her gün eve kafa bi dünya dönüyordum. Ya da evin kafası bi dünyaydı, bilmiyorum.
Oynat istersen yerinden hatta bir zerreyi, Seyreyle cümle âlemi sarsacak zelzeleyi, Hepsi olmuş sarhoş, hepsinin kafası kıyak, İmkân sınırının dışına atamaz bir zerre ayak.
"Erkekler güvenilmezdir," dedi Diane. "Modern kültür onları bozuyor."
Sayfa 208Kitabı okudu
"Ama ben olacak olanın bir şekilde, olabilecek en öngörülemez biçimde mutlaka olacağına inanıyorum."
Sayfa 292Kitabı okudu
Reklam
"Seni ders saatlerine paketlerler ve bir aşevinin fasulyeleri gibi servis ederler. Batının en iyi okullarında kızartıldım, kararana kadar fırınlandım ve bir ot yeşertemedim ya da bir çöreğin üzerindeki ketçap gibi kokamadım. Yirmi beş yıl boyunca, kafam yamuk bir patatese dönüşünceye düzenli olarak çekiçle dövüldüm- tamamen alıcıya dönüştüm, içimdeki vericiyi öldürdüler."
"Yıkılıyorsun” demek; genç argosuyla “Çok hoş görünüyorsun” manasına geliyormuş. “Patlamak” da, “Burada müzik iyi, çok kalabalık, çok eğlenceli, herkesin kafası kıyak, coşulmuş” gibi bir şey demek oluyormuş. Diyeceğim o ki, sayılar değil önemli olan. Artık ilk gençlik yıllarınızı terk ediyor olduğunuzun daha belirleyici bir işareti vardır: Genç argosunu anlamamak. Gençlerle iletişimin bu kadar çok konuşulduğu bir zamanda, belki dikkate şayan bir tespitimdir!"
Zamanı geldiğinde harekete geçeceksin. Olacakları bugünden düşünmek yalnızca bugünü mahveder ve karar anı geldiğinde her şeyi karıştırır.
Sayfa 291Kitabı okudu
"Hoop! Noluyo!" diye sıçradı Nicholas, kilisenin içi kapkaranlık kafası da kıyak olduğundan kendini bir gece önce çaldıkları eğlentide sandı ve kemanını kaptığı gibi o sıralar mahallenin çok sevdiği bir meyhane havasını çalmaya başladı. Öbürlerinin de kafası en az Nicholas kadar dumanlı olduğu için en ufak bir kuşkuya kapılmadan her zamanki alışkanlıklarıyla şeflerinin açtığı yoldan yürümekte bir sakınca görmediler. Kilisenin içini curcunaya çevirdiler; ama Nicholas kimsenin yerinden kımıldamadığını görünce (danslarda çiftlerin figürleri bilmediğini anlayınca hep yaptığı gibi) ter ter tepinerek avazı çıktığı kadar bağırdı: " Bütün çiftler el ele tutuşsun! Ben sonunda kemanımı ciyaklattım mı, erkekler partnerlerini ökseotunun altında öpsün! " Kilise Çalgıcılarının Aymazlığı, Thomas Hardy
Reklam
" Bir yazarın hayatı, iyi bir hayattır. Biraz yanlızdır belki, rüyalarla yıkanmış bir iç dünyası vardır, sen yazarken arkadaşların hayatlarını yaşarlar. Evde, kafede, taraçalarda, yürürken, sahilde, yazmak yazmak hep yazmak. Sessizlik para etmez. Düşünceler para etmez. Sözcükler. Her şey sözcüklerdedir. Kağıtta. Mürekkeple, kurşun kalemle ya da daktiloyla onları kâğıda dökmek zorundasın. Bir öykü ya da romanın espirisi birçok sözcükten oluşmasıdır - birbiri ardına fikirler belki, hareketler, karakterler, konu, ama illa ki sözcükler. Onlardan bir kaçını kâğıda dökene kadar hiç yol katetmemişsindir. Bazen tıkanırsın. Yazarlar tıkanır. Hiç sözcük gelmez. Kabızlık. Gitmek istersin ama gidemezsin. Oturur ve homurdanırsın. Homurdanır ve oturursun. Çıkmazlar. Yaratıcı bir müshil bulman gerekir. Hemingway de tıkanırdı. Bundan kurtulmak için köpekbalıklarıyla güreşirdi. Faulkner tıkanırdı. Kendini içinde içki olmayan bir odaya kilitler, anahtarı arkadaşına verirdi. Kapının altından beş sayfa atana kadar içki yok. Bu iyi bir müshil. Bazı en iyi beş sayfalarını bu şekilde yazdı. Coleridge tıkanırdı. Uykuya dalıp rüya görmeyi beklerdi. Platon tıkanırdı. Eski pazar yerine gider, oraya giden Sokrates'i bulur, sonra fırlayıp evine dönerdi. Melville tıkanırdı. Bundan kurtulmak için üç yıl boyunca teknelere otostopla dünyayı gezerdi. Yaşlı Phil Roth tıkanırdı. Annesine mastürbasyon yaptırırdı. Tanrı bile tıkandı. Neredeyse iki bin yıldır ne birşey yazdı ne de yayınladı.
Aslan Asker Şvayk
Kupa Meyhanesi’nde tek bir müşteri vardı: Devlet güvenlik örgütünde görevli sivil polis Bretschneider. Meyhaneci Palivets bardakları yıkıyor, Bretschneider de onu kapana kıstırmaya çalışıyordu, ama boşuna. Palivets, ağzı bozuğun tekiydi. “Göt”ten, “bok”tan, “sıçmak”tan başka laf bilmezdi. Ama aslında mürekkep yalamış adamdı; önüne
Sayfa 19 - 1.Aslan Asker Şvayk Dünya Savaşı’na burnunu sokuyor - Birinci Bölüm CEPHE GERİSİNDEKitabı okudu
Resim