Bir-iki saat mi? Zaman izafi, hayat uzun, karanlık bir rüya. Kahvede Boğaz'ın titreşen sulara bakarak geçmişteki bir-iki güzel günü hatırlamaya çalışırken su gibi geçip giden bir-iki saat, ayak parmakları donmak üzereyken nasıl geçer?
Sayfa 35 - Can YayınlarıKitabı okudu
Nasıl olur, bu koca yuvarlak ortasında Ben kendi kendime, tek başıma, yapayalnız . . . . . . . . . . Bir sokak olsa, insanlar olsa Sesler olsa, ışıklar olsa. Otursam bir kahvede kâğıt oynasam Yattım sırtüstü kumlara uyudum.
Sayfa 677Kitabı okudu
Reklam
Hilvan'dan şehre inmek için yol parası bulmakta zorlanan Akif, bu içler acısı vaziyetini mısralara da dökmüştü; Kumlarda sürün, inlere gir, dağlara tırman! Kâbil mi senin bir daha ilhâma kavuşman? Evrâd oku, efsunlu mürekkepli sular iç Bin bekle, bin uğraş... O perî gelmeyecek hiç. Bakkal, kasap, eczacı, hekim, kahveci, berber, Ev sahibi ekmekçi, manav, sebzeci, fulcu, Silkip dökecek hepsi de koynundaki borcu. Sen dil dökeceksin, edebilsem diye heyhat, Karşındaki yaranla bir ay sonra mülakat. Beyhude o diller, o nefesler, o emekler, Yaran seni terk etmeyecek, gitmeyecekler. Tekaüdiyesine kalan birkaç aylık ömrünü geçirdiği hastahane oda­sında bazı dostlarının gayreti ve himmetiyle zorlukla kavuşmuş, arkasında beş parasız bırakacağı kansını düşünerek biraz rahatlamıştı. Dostunun yaz­dığına göre terekesinden çıkanlar; 'bir kat esvap, yepyeni bir şapka, mavzer tüfeği ve istiklal madalyası, yastığının altındaki birkaç lira, bir fakfon saat'ti. Bu şartlarda bile Kur'an tercümesine büyük bir aşkla devam etmişti.
Oysaki o hayatının sonuna kadar babasıyla birlikte yaşaya­ cağını var saymamış mıydı? Öğleden sonralan hep Dr. Gef f ard ile birlikte oturacağını? Her yıl, doğum gününde babasının ona yeni bir bilmece ve bir başka roman hediye edeceğini ve tüm Jules V eme ve tüm Dumas romanlarını ve belki de Balzac ve Proust'u okuyacağını? Akşamlar ı minik evler yaparken baba­ sının he p bir şarkı mırıldanacağını ve kendisinin de ön kapıdan f ırına kadar kaç adımda (kırk) gidildiğini bileceğini ve ondan sonra birahaneye kaç adım (otuz iki) kaldığını ve uyandığı va­ kit kahvesine koyacak şekeri olacağını var saymamış mıydı? Bon j our bon jour . Patatesler saat altıda, Marie. M antarlar üçte. Şimdi? Peki, ya şimdi ne olacak?
İnsanlar, hiçbir anlamı olmasa da konuşmayı konuşma olduğu için seviyor.Bir söyleve yarım saat bile dayanamayan insanlar vardır, ama bir kahvede üç saat çene çalar.
Sayfa 105Kitabı okudu
.. Başını elleri arasına alıp masanın soğuk mermerine dayanmış, orta yaşlı biri uyandı o sıra. Uyandı ve cebinden cigara paketini çıkardı, ateşi yoktu; beni gördü, yanıma geldi, ateş istedi, verdim. Çakmağımı geri uzatırken yolculuğumun ne tarafa olduğunu sordu: Ne tarafa ve hangi şirketle? Bilmediğimi söyledim. Gidiyor muydum gerçekten, ne tarafaydı yolculuğum? 'O zaman bu garajda, bu kahvede ne arıyorsunuz? Biz, hepimiz yolcuyuz ve herkesin gideceği bir taraf var, onun otobüsünü bekliyoruz,' dedi. Saat altı olacak ve otobüsler her biri bir tarafa gitmek üzere yola koyulacaklardı. 'Sizin bir yere gitmiyor olmanız ne kötü,' dedi, insan hayatta bir yerlere gidiyor olmalı. Bir yerlere gitmeli ya da bir yerlerden gelmeli. En doğrusu budur. İsterseniz benimle gelin, birlikte yolculuk edelim.' Nereye gittiğini söyledi. Adını duymadığım, haritada yerini bile bilmediğim bir yer... Teşekkür ederek masadan kalktım.
Sayfa 153Kitabı okudu
Reklam
ÜNAL YALTIRIK Diyarbakır'da İlkokul 8 yaşında herhalde Diyarbakır'a geliyorsunuz, 1940-41 arası... Kabaca 8-12 yaş arasında Diyarbakır'dasınız diyebilir miyiz? Evet. İlkokula orada başladığım için o hesaba geliyor. 8 yaşında ilkokula Diyarbakır'da başladım. Diyarbakır'daki evinizi hatırlıyor musunuz? Nasıl bir evdi?
Meşeçukurlu da Eskil Mehmet Amca gibi 70'li yaşların ortasını geçmişti. Erken kalkar, artık oğluna ve torununa bıraktığı arılarını yine de bir yoklar, yamaçtan yuvarlanmış dağlık güneşlik yüzü ve alev mavisi gözleriyle çalıyı ağacı, taşı tümseği, göğü suyu denetleyerek o durağan görünümüne kavuşmak için her gün hemen hemen bir saat yürür, Zahit'in kahvesindeki dutun kuytusuna yerleşirdi. Köy yollarıyla bük rüzgârıyla bütünleşen solmuş lacivert hırkası yaz kış sırtında olurdu. Gözlerini denizden ayırırsa hayallerinin bir yerlerden düşüp kırılıverdiğini bildiğinden Eskil Mehmet Amca'ya şöyle bir dönüp hoşgeldin dedikten sonra yüzünü eski konumuna getirdi. Eskil Mehmet Amca ve Meşeçukurlu Zahit'in kahvesinde her anlamdaki başkalaşımı hatırı sayılır bir biçimde erteledikleri için onlara katılmam elzem olmuştu artık. Kalkıp yanlarına gittim.
Sayfa 118 - Seyrek YolcuKitabı okudu
Alacakaranlıktaki Ülke-16
Alacakaranlık akıyor kentin üstünden Bir kahvede kağıt oynayarak vakit öldürülüyor Saat yirmi üç vardiyasının işçileri Sucuk ekmek yiyorlar, sigara içiyorlar Kulakları yukardaki fabrikanın seslerinde. Kara bir tabut gibi uzanıyor fabrika Ay, onun tuğlalarını kemirmeye çalışıyor Sıçrayıp duruyor, açık bir kapı bulmak için Parlak bir uçurtma gibi sekiyor gökyüzünde İpini bir yerlere takmadan, özgürce.
Sayfa 38 - Kırmızı Kedi Yayınevi, Üçüncü Basım, Kasım 2017, İstanbul
"Mehmet Ali Birand ile birlikte 'Özallı Yıllar' belgeseli yaptık. İşadamı Şarık Tara, röportajda bir anısını anlattı: ' Turgut (Özal) Bey başbakandı. Evinde oturuyoruz. Sabah saat 04'e doğru. Zaten Turgut Bey geç vakte kadar oturmasını seven bir insandı. Cebimden sigara paketini çıkardım, dedim ki, 'Şu anda ben bunu (Marlboro) içtiğim için hapse kadar gidebilirim. Halbuki Türkiye'de bunu herkes içiyor. Onun için bunu serbest bırakın' dedim. Açtı telefonu, ' Resmi Gazete yarın üç saat geç yayınlansın' dedi, arkasından yine telefon etti, 'Adnan Kahveci gelsin.' Adnan Kahveci uykulu gözlerle geldi. Ona dedi ki, 'sigaranın serbest ithali için bir tebliğ yaz.' Turgut Bey böyle kararları çabuk alırdı.' "
Sayfa 257 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
Reklam
Hayatım tasavvur edilemeyecek kadar manasız ve boş geçiyordu. Sabahları erkenden işime gider, öğle ve akşam yemeklerini küçük bir aşçı dükkânında veresiye yer ve akşamları, eğer kahvede kâğıt oynayanları aptalca seyre dalmazsam, erkenden eve dönerdim. Ruhum kütleşmişti, gazeteleri merak etmez, konuşmaktan hoşlanmaz, basık tavanlı bir meyhanede bir arkadaşla birkaç kadeh içip gevezelik etmek- ten zevk almaz olmuştum. Sokakta, pek nadir olarak geçen, güzelce kadınlara genç gözlerim yapışıp kalmıyor, muhayyelem başka türlü, daha canlı, daha manalı, daha dolu bir hayat bulunduğunu hatırlatıp sinirlerimi kamçılamıyordu. En boşaldığım zamanlarda bile benim için ehemmiyetlerini kaybetmeyen kitaplarıma, sadece alışkanlık yüzünden ve biraz da nefsimden utandığım için el uzatıyordum. Ama, artık onlarda da beni heyecana düşürecek, düşüncelere daldıracak, harekete sürükleyecek ateşin kalmadığını, hiç üzüntü duymadan tespit ediyordum. Hayat sanki sadece gözlerimin eriştiği yerlerden, içinde yaşadığım zamandan ibaretti. Sanki dünyada, beni işime götüren tozlu veya çamurlu yoldan, kerpiç duvarlardan ve ne söylediklerini yarım saat sonra bile hatırlamaya imkân olmayan birkaç iyi kalpli arkadaştan başka bir şey mevcut değildi...
Sayfa 41
İnsanlar, hiçbir anlamı olmasa da konuşmayı konuşma olduğu için seviyor. Bir söyleve yarım saat bile dayanamayan insanlar vardır, ama bir kahvede üç saat çene çalar. Konuşmuş olmak için konuşmak, ipe sapa gelmez şeyler söylemek, konuşmaya çekicilik sağlar.
Sayfa 105 - Türkiye İş Bankası - XII. BasımKitabı okudu
Resim