‘’Acı ruhun fiyakasıdır’’ derler ya hani… Gerçekten öyleymiş. Fiyakalı bir acıya sahibim nicedir. Kalbim sıkışıyor aklıma geldikçe. Kapısı olmayan bir kafeste kuş beslemeye çalışmakmış onu sevmek. Ardında bir tüy bile bırakmadan uçup gidince anlıyor insan. O meğer geri dönüşü olmayan en güzel eksikliğimmiş… Beni mutlulukla cezalandıran
"Havaya fırlatılan taş konuşabilseydi, mutlaka kendi isteğiyle yolculuk yaptığını söylerdi. İnsanoğlu da aynıdır. İnsan, kaderin çizdiği ince çizgide cambazlığa soyunurken, yaptıklarıyla övünür. Alnında, saniyede bin hüküm fırlatan mancınıkları görmezden gelir."
Kitap onun için dünyaya açılan pencereydi. Kitap okurken ona seslenildiginde, sanki derin bir uykudan uyanır gibi birkaç kez seslenildikten sonra ancak karşılık verirdi.
Zaman batan bir gemi , insan gemide misafir..
Her rıhtımda başka yolcular iner biner. Bazen zamn okyanusta mazeretsiz su alır batar. Sen sahil ararsın, zaman batmaya kararlı.. sonunda bakarsın ki aslında batan sensin..
"Din aşksız olmamalı oğul! Aşksız din, sadece insanı yıldızlara götüren merdiven olur, o kadar. Aşkla birlikte din yaşanırsa yıldızlara merdiven olmakla kalmaz, âlemlere yolculuk yaparsın."
Hayat bir oyuna benzer. Önceden yazılmış bir oyun...
İrade ile yürüdüğümüz yolda, sahnede görülmeyen bir suflörün fısılkılarıyla kelimelere tekrar edip, oyunumuzu oynuyoruz.
Ne kadar irade diye inatla diretirsek diretelim, suflörün fısıldadığı kelimelerden başka bir şey söyleyemiyoruz.
Aile... Anne...Baba...Akrabalar...Kim seçti? Kendimiz mi?
Yoksa tamamen bir tesadüf manzumesi mi?
Tesadüf, tesadüf... bu kelimeyi milyonlarca defa, her şeyin başında kullanırsak bile her an gelişen olaylara yetiştiremeyiz. Zavallı...
"tesadüf"
Dili olsa, yeterrr!... Bütün bu olanlarla ilgim alakam yok demez miydi?
Çünkü her şey KADER...